Türkiye 1250 km'lik güney sınırında bir ateş çemberi tarafından sarılmış durumda. İki milyon mülteciyi hiç sızlanmadan, dünyayı ayağa kaldırmadan ülkesine kabul etti ve onları Batılı ülkelerin üst düzey yöneticilerinin de takdir ettiği standarttaki kamplara yerleştirdi. Üstelik çoğu Batılı ülkede olduğunun aksine onları ne kadar iyi şartlarda olursa olsun bu kamplarda kalma zorunluluğunda da bırakmadı. Ülkede akrabası olanlar veya kamplarda kalmak istemeyenler özgürce hareket edebiliyorlar. Üstelik bu durumun toplumsal bazı fay hatlarını harekete geçirme ve provokasyonlara açık hale gelme gibi riskleri ortaya çıkarmasına rağmen. Hükümet bir yandan anlayışsız muhalefetin, özellikle de sekteryen CHP'nin manipülasyonları ile uğraşırken, bir yandan da ülkenin inşa sürecindeki bir çok önemli meselesinin zarar görmemesine uğraşıyor.
Bu önemli konuların başında Çözüm Süreci geliyor. PKK'nın ülke sınırlarını silahlarıyla terk etmesi ve sonra eve dönüşlerini kapsayan bu proje Türkiye için bir devrim niteliğinde. Hükümet bu konuyu Kürtlerle sınırlı bir mesele olarak görmüyor. Çözüm Süreci'nin ülkenin tüm vatandaşlarını daha özgür kılacak ve devleti bürokratik bir diktatörlükten çıkaracak reformlar serisi olarak, halk desteği ile daha kolay yürütülüyor. İşte bu nedenle sürecin halka ilan edildiği 3 Ocak 2013 tarihinden itibaren bu süreç eski statükoya geri dönmek isteyen ittifak tarafından saldırı altında. CHP de buna alet oluyor. Sürekli dezenformasyon ve provokasyonlarla sürece olan yüksek halk desteğini kırmaya çalışılıyor.
Çözüm Süreci'ni bir egemenlik kavgası olarak algılayan ve egemenliği yeniden ele geçirmenin bu süreci çökertmekle mümkün olduğunu düşünen kesimler Türkiye'de ittifak yapmış haldeler. Mesela yargıda çok garip şeyler oluyor ve bunu Batı'nın kabul ediyorum ki anlaması çok zor. Yargının önemli kurumlarında yuvalanan örgütlü bir yapı siyasi iradeye savaş açmış durumda. Bu kesimler değişik argümanları araçsallaştırarak aslında bu sürece saldırıyorlar. Ancak bu girişimler sonuçsuz kalıyor. Bununla birlikte Suriye'nin kuzeyindeki PYD ,PKK kontrolündeki Rojava (Kobani) bölgesi IŞİD saldırısına maruz kalınca, ellerine yine çok elverişli bir manipülasyon fırsatı geçti. IŞİD'i Kobani'ye Türkiye'nin saldırttığı yönünde dezenformatif haberler, istihbarat hareketleri yaşandı. PKK, PYD ve Türkiye'nin Kürt partisi HDP bu konuda sorumsuz davrandı. Oysa Türkiye Kobani'den kaçan iki yüz bine yakın Kürde kapılarını açtı, güney, batı ve doğudan sıkıştırılmış olan bölgeye nefes borusu oldu. Üstelik bunu PKK Türkiye'ye savaş tehdidinde bulunurken yaptı. Nitekim PKK lideri Öcalan yaptığı açıklama ile gerginliği düşürdü. Rojava'nın düşmesinin çözüm süreci için de kötü sonuçlara yol açacağını hatırlattı ki hükümet de bunun farkında.
Herkesin anlaması gereken yeni bir fenomen var Türkiye'de: O da halk... Türkiye'nin 12 yıllık reform sürecini sadece Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ve AK Parti Hükümete endeksli görmek ilk yıllarda bile doğru bir analiz değilken, şimdi artık hiç değil. Türkiye'de son derece bilinçli bir halk kitlesi var. Yeni Türkiye'nin kuruluşu için hangi adımların atılması gerektiğini anlamış ve rezervlerini yenilemiş durumdalar. Sayın Erdoğan ve Hükümet bu talebi iyi anladığı için yüzde 52 oy aldığı gibi, ülkenin yüzde 75'i için hakim parti meşruiyetine kavuştu. Türkiye'de yaşanan yavaş bir halk devrimi. Dolayısıyla şu anki muhalefet eski Türkiye'yi temsil ettiği oranda yaşayan ölülere dönmüş durumda.
Suriye ve Irak'ta yaşananlar talihsiz oldu ama sürpriz değildi. Türkiye şimdi ABD ve koalisyon güçlerine 1991 ve 2003'teki hatayı tekrarlamamayı, bu iki ülkeye dönük çok kapsamlı bir barış tesis etmeyi öneriyor. Bunun sadece IŞİD'le savaşarak olmayacağı ortada. O nedenle Suriye'de Esad'in gitmesi, Irak'ın da demokratik istikrara kavuşturulması gerekiyor. Türkiye'nin pozisyonu bu: Yeni bir Ortadoğu...