"Kolay değil, bir ateş çemberinin ortasında bir istikrar adası olmayı başarabilmek, becerebilmek ve bunu koruyabilmek. Bizim istikrar adası olarak kalabilmemizin şartı, çevrede huzur ve istikrarın temin edilmesidir. Herhangi bir askeri operasyon ve çözüm, nihai kertede bölgeye huzur ve istikrar getirme perspektifi taşıyorsa bunu destekleriz. Ama palyatif (geçici) çözümlerle şimdilik kamuoyuna dönük bazı hamleler şeklinde bir yaklaşımla benimsenirse, bununla ilgili kanaatlerimizi açık yüreklilikle söyleriz, konuşuruz. Ulusal güvenliğimiz için ne gerekiyorsa ne tedbir gerekiyorsa bunu yapacağız. Her kesime açığız."
Bu sözler Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun geçen Cumartesi günü yaptığı açıklamadan. New York'taki BM zirvesinden dönen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da hem Suriye, hem de Irak'taki Kürt bölgelerinin ABD'nin hava saldırıları sayesinden varlıklarını koruduğu gerçeğini teslim ederken, Türkiye sınırlarının tehdit edilmesi, yani bir IŞİD saldırısı olması halinde ordunun harekât düzenleyeceğini ifade ediyor ancak ekliyordu: IŞİD'i yaratan asıl mesele, Suriye'deki Esed yönetiminin kendi halkına uyguladığı katliamlar ve Maliki'nin Irak'ta sivil halka yönelik estirdiği terördür. Haliyle iki ülkede de esas olan siyasi istikrarın kurulması olmalıdır.
49 rehinesini kurtarılmasına rağmen Türkiye ABD öncülüğündeki koalisyonun stratejisinden endişeli. IŞİD'in kitlesel katliamlarının mutlaka durdurulması gerektiğinde bir tereddüt yok. Ancak sonrası için politik bir planlamanın olmaması, IŞİD yok edilse bile yeni ve daha radikal komplikasyonlar doğuracak. Türkiye işte, uçuşa yasak ve güvenli bölge önerisinin dışında, sorunun ana kaynağı olan Esed kıyımları ve Irak'taki otorite boşluğuna dair önlemlerin daha önemli olduğunu düşünüyor. Ilımlı Özgür Suriye Ordusu'nu güçlendirmeden IŞİD'i bombalamak sadece Esed'i güçlendirecek. IŞİD şu ana kadar Esed'in işine yaramış durumda. IŞİD'le mücadele ederken aynı zamanda hem muhalifleri desteklemek, hem de Esed üzerinde ciddi baskı kurmak gerekiyor ki bataklık kurutulsun.
Aynı şey Irak için de geçerli. Türkiye Esed gibi Maliki konusunda da ABD ve AB'yi yıllardır uyarıyor. ABD'nin acemice ve apar topar Irak'tan çekilmesinden sonra Maliki ülkedeki Sünnilere o kadar çok katliam ve baskı uyguladı ki, Sünni aşiretler ve tüm irili ufaklı gruplar IŞİD'i bir kurtarıcı gibi karşıladı. Türkiye, 1300 km uzunluktaki Suriye ve Irak sınırına sahip bir ülke olarak bu savaştan çok etkilenmesine rağmen, tüm yerinde uyarıları yersiz iddialarla, mezhepçilik yapma, bir İrancı, bir IŞİD'ci olma gibi saçmasapan suçlamalara maruz kaldı. Dış Politika ve Uluslararası İlişkiler uzmanı Doç. Dr. Mehmet Şahin'in şu tespitleri Türkiye'nin IŞİD stratejisini ve ABD ile muhtemel doktrin farkını gayet başarılı özetliyor:
"Türkiye IŞİD'e karşı oluşturulan operasyon içinde yer alacak. Fakat Türkiye koalisyon içinde yer alırken ABD'nin verdiği görevi değil de Türkiye'nin kendi istekleri doğrultusunda bu sürecin içinde yer alacak gibi görünüyor. Türkiye'nin yeni bir göç dalgasını karşılaması çok zor. Türkiye Süleyman Şah Türbesi'ne kadar olan bölgede güvenli bölge oluşturmak istiyor. Güvenli bölge oluşturulduğunda uçuşa yasak alan da onunla birlikte olur. O zaman oranın korunması noktasında Türkiye askeri sorumluluk üstlenecek gibi. Türkiye'nin amacı, yeni göç dalgasını önlemek, bunu Suriye içinde tutmak, burada olan mültecileri de oraya göndermek. Eğer güvenli bölgede yeni kamplar oluşursa BM bununla ilgilenmek zorunda olacak. Türkiye bu yük paylaşımı da yapmak istiyor."
ABD ile Türkiye arasında bu olası yaklaşım farkı giderilebilirse, sadece IŞİD'in tasfiyesi değil, Ortadoğu'daki Filistin sorununu çözecek, İsrail'in güvenliğini askeri güce endeksleyen kırılgan yapıda bir değişimin de önü belki açılabilir.