ABD'de hayati önem taşıyan ara seçimler 6 Kasım'da yapılacak. Son birkaç haftadır hem adaylar hem siyasi partiler hem da Başkan Donald Trump, kampanya faaliyetlerini iyice yoğunlaştırdı. Trump yönetimi için bu seçimler, kritik bir döneme girilirken Kongre'yi elde tutmak açısından önem taşıyor. Öte yandan, Demokratlar içinse Cumhuriyetçilerin Kongre'nin iki kanadındaki çoğunluğuna son vermek bakımından seçimler büyük öneme sahip.
Kamuoyu araştırmaları, Cumhuriyetçilerin Senato'daki çoğunluklarını koruyacağını ve hatta fazladan birkaç sandalye daha kazanacağını, Temsilciler Meclisi'nde ise çoğunluğu Demokratlara kaptıracağını gösteriyor. Ama elbette, aynı araştırmaların 2016'daki başkanlık seçimleriyle ilgili tahminlerde tamamen yanıldığını akılda tutmak gerek.
Ara seçimlerdeki sandığa gitme oranı ortalaması yüzde 40 civarında olduğundan, partilerden biri seçmenlerinin katılımını artırabilirse, kamuoyu araştırmaları sonuçları tahmin etmekte gerçekten de başarısız olabilir.
Pew'in ara seçimlere ilişkin son anketi, Amerikan seçmenleri ve bilhassa da Demokratlar arasında oy vermeyi düşünenlerin oranının son 20 yılın en yüksek rakamına ulaştığını gösterdi.
Demokratların bir önceki seçime kıyasla sandığa gitmeye çok daha istekli olduğu anlaşılıyor. Yüksek katılım oranı beklentisi daha ön seçimlerde kendisini gösterdi. Aynı araştırma, ön seçimlerde sandığa gitme oranının özellikle Demokratlar arasında önemli ölçüde arttığını ortaya koydu. Bilhassa Yargıç Brett Kavanugh'ın Yüksek Mahkeme'ye atanması sırasında yaşanan cinsiyet odaklı tartışmalar burada etkili oldu. Kadın seçmenlerin harekete geçeceği yönünde güçlü bir beklenti var. Kadın adayların sayısı da arttı.
Amerikan siyasetini izleyenlerin birçoğuna göre bu, ABD tarihindeki en kritik seçimlerden biri olacak. Geçmişteki başka seçimler için de kullanılmış bu nitelemeyi haklı kılan önemli sebepler var.
Ülkedeki tartışmaları yıllardır körükleyen siyasi kutuplaşma, yakın zamanda yeni bir zirve yaptı. Hatta kimileri, mevcut durumu siyasi kabilecilik olarak bile niteliyor. ABD siyasetindeki söylemler son derece ayrıştırıcı bir hal alırken, normalde kırıcı, kabul edilemez veya uygunsuz olarak görülecek ifadeler siyasi tartışmaların ayrılmaz bir parçası oldu.
Siyasi mitinglerde ve sosyal medyada dile getirilen nefret mesajları, toplumun oldukça bölündüğünü gösteriyor. Bunun bir sonucu olarak, bazı adaylar için siyaset en geçer akçe haline geldi. İnsanlar daha seçimlerin öncesinde bile, bu ayrıştırıcı kampanyanın muhtemel sonuçlarını tartışmaya başlamıştı. Bu ayrışma ve kamplaşma ortamı, göç ve cinsiyet gibi bazı önemli konulara ilişkin tartışmaları da etkiledi.
Reel siyaset ile politika ve seçim kampanyası söylemlerinin benimsenen politikalardan genelde farklı olduğu bilinen bir gerçektir. Ancak geçtiğimiz birkaç yılda, bunlar arasındaki ayrımlar gittikçe belirsizleşti. Yakın zamanda yaşanan şiddet olayları sonrasında, bu konu çok daha ciddi biçimde ele alınacaktır.
ABD halkı son kamuoyu araştırmalarında, ekonominin seçimlerdeki en önemli konulardan biri olmaya devam ettiğini ifade ederken, bunun hemen ardından sağlık hizmetlerinin geldiğini belirtti. Ekonominin ve sağlık hizmetlerinin geçmişteki durumuna ilişkin tartışmalar, ülkedeki bazı politikacıların tutumlarına yön verdi veya tutumlarını değiştirdi.
Bu arada, ara seçimlerdeki en büyük ihtilaf konusunun göçmenler olduğuna dair bir görüş birliği var. Yapılan kamuoyu araştırmaları, Demokratlar ile Cumhuriyetçilerin konuya ilişkin görüşlerinin birbirinden oldukça farklı olduğunu ortaya koyuyor. Cumhuriyetçilerin çoğunluğu yasadışı göçün ülke açısından büyük bir sorun olduğunu düşünürken, Demokratların önemli bir bölümü ise Trump yönetiminin göç konusuna yönelik yaklaşımının ülke için ciddi bir sorun olduğu görüşünde.
İşte bu son derece ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı ortamda, seçmenlerin ne oranda sandığa gideceği sonucu belirleyecek. Ancak yine de siyasetin bir parçası olarak mevcut kampanya süreci Amerikan toplumuna şimdiden zarar verdi.