Son birkaç yılda ABD dış politikasında karşılaşılan hemen her kriz, strateji veya koordinasyon eksikliği yüzünden harekete geçmenin ne kadar zor olduğunu gösterdi.
Kuzey Kore'yle yaşanan kriz ve akabindeki müzakereler sırasında, ABD hükümetinin farklı kurumları arasındaki bu uyumsuzluğa tanık olduk. Başkan Donald Trump'ın NATO'ya ve Transatlantik ittifakına yönelik tepkileri, ABD'nin çeşitli kurumlarıyla tamamen uyumsuzdu. Başkan ile istihbarat ekibinin Rusya'ya yönelik tutumları neredeyse tamamen zıttı. Tabii Katar krizi esnasında da ABD yönetiminden farklı sesler duyuldu. Bu krizler yaşanırken, ABD'nin gerçek tutumunu kimin temsil ettiği konusunda herkesin kafası karıştı.
ABD'nin farklı konulardaki stratejilerine yön vermek isteyen kurumlar arasındaki ihtilaflar ve rekabet yeni bir şey olmadığı gibi, bu durum sadece ABD'ye özgü de değil. Ancak bu rekabetin ABD dış politikasında bu kadar çok çelişkiye ve birbiriyle uyumsuz tepkilere yol açması nadir görülen bir şey. Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın kaybolması ve öldürülmesi üzerine patlak veren son krizde, ABD'den gelen tepkiler bir kez daha ciddi görüş ayrılıklarına işaret ediyor. ABD'nin bu konuda nasıl bir tutum alması gerektiği sorusu, ABD dış politikası için yeni bir meydan okuma haline geldi.
Beyaz Saray krizin en başından itibaren, ayrıntıları giderek belirginleşen bu olayın ciddiyetini anlamaya çalıştı. New York Times'a göre Trump yönetimi içinde, olayla ilgili herhangi bir açıklama yapmadan önce kamuoyunun olaya ilgisinin azalmasını beklemeyi tavsiye eden isim daha ziyade Jared Kushner idi. Yani Kushner daha önce Lübnan Başbakanı Saad Hariri'nin Suudi Arabistan'da zorla alıkonması ve Yemen'deki Suudi operasyonları sırasında yapıldığı gibi beklemeyi önermişti. Hatta Suudilerin Washington'daki sadık destekçileri de hadisenin medyanın hızla değişen gündeminde geri plana düşmesini ummuş olabilir.
Ancak korkunç ayrıntıların ortaya çıkmasıyla beraber, olayın kısa sürede gündemden düşmesi güçleşti. Trump Suudi Arabistan'ın ABD'den 110 milyar dolarlık silah alacak olmasını, Suudilerin terörizmle savaştaki işbirliğini ve İran'a karşı mücadeledeki desteklerinin önemini vurguladı ve Washington Post'a verdiği bir mülakatta, bölgede İsrail'i koruyacak tek ülkenin Suudi Arabistan olduğunu belirtti. Trump Suudi kralı ve veliaht prensiyle yaptığı görüşmelerden sonra yaptığı açıklamada, her iki ismin de kendisine olayla hiçbir ilgileri olmadığını belirttiğini ve kendisinin de buna ikna olduğunu söyledi. Suudi yetkililer sonradan Kaşıkçı'nın öldüğünü duyurunca, Trump Suudi Arabistan'ın açıklamasını hâlâ inandırıcı bulduğunu belirtti.
Oysa ABD istihbarat kuruluşları ve Kongre şu ana kadar, Suudilerin açıklamasını pek de ikna edici bulmadı. İlk olarak, olayın hemen sonrasında çıkan haberlere göre Suudi yetkililerin Kaşıkçı'yı yakalayarak ülkeye getirme konusunda yaptığı bazı görüşmeler ABD istihbaratının dinlemelerine takılmıştı. Daha sonra, Trump'ın veliaht prense inandığını açıklamasını takiben basında çıkan haberlere göre, istihbarat kuruluşları Suudi Veliaht Prensi Muhammed Bin Salman'ın (yaygın bilinen adıyla MBS) Kaşıkçı'nın kaybolmasında parmağı olduğuna gittikçe daha fazla inanmaktaydı. Son olarak, ABD Dışişleri Bakanlığı ile Başkan Trump'ın, Kaşıkçı'nın İstanbul'daki Suudi konsolosluğunda öldürülmesiyle ilgili herhangi bir ses kaydı dinlemediklerini açıklamalarından bir gün sonra, CIA'in Türk makamları tarafından iletilen bir ses kaydını dinlediği yönündeki haberle medyada bir kez daha yer aldı.
Bu arada, Kongre üyelerinin Suudi Arabistan'a yönelik tutumları da birbirinden oldukça farklıydı. Trump MBS'yi savunurken, Senatör Lindsey Graham veliaht prensin görevden alınması gerektiğini belirtiyordu. Trump Suudilerin açıklamasını inandırıcı bulduğunu açıkladığında, Senatör Bob Corker ile Kongre üyesi Adam Schiff yaptıkları yazılı açıklamada ikna olmadıklarını vurguluyordu. Trump sürekli olarak ekonomik ilişkileri ve Suudilerin silah alımlarını vurgularken, içlerinde Jim McGovern'ın da bulunduğu bazı Kongre üyeleri, Suudilere silah satışının Dışişleri Bakanı Mike Pompeo tarafından yapılacak bir açıklamaya kadar askıya alınmasını öngören bir yasa tasarısı sunuyordu. Öte yandan, yönetimden üst düzey yetkililer isimlerini gizli tutarak yaptıkları açıklamalarda, Suudilerin anlattıklarına yönelik kuşkularını dile getirmeye devam ediyor. Mesela Washington Post'a konuşan bir yetkili, MBS'nin en önde gelen adamlarının onun izni olmadan böyle önemli bir konuda bağımsız hareket etmeyeceğini söyledi.
ABD'nin, Washington Post'ta yazan bir gazetecinin bir konsolosluk binasında öldürülmesine ve muhtemelen parçalara ayrılmasına nasıl bir tepki göstereceği şu anda belirsiz. Trump veliaht prensi savunsa da Suudi hükümetinin olayda parmağı olması halinde "ciddi sonuçlarla" karşılaşacağını da söyledi. Bundan neyi kastettiği belli değil. Ayrıca Trump son röportajında bazı yaptırımlardan bahsetse de ayrıntı vermedi. Yani ABD hükümetinden ve kurumlarından gelen farklı açıklamaların neler getireceği ve ABD dış politikasını nasıl etkileyeceği belli değil. Böyle bir olayda bu kadar farklı yaklaşımlar olması, ABD'deki dış politika çevreleri için endişe verici olmalı.