ABD'li pastör Andrew Brunson, geçtiğimiz hafta İzmir'de yapılan duruşma sonunda serbest bırakıldı. Brunson'ın yargılanması Türk-Amerikan ilişkileri tarihinin en ağır krizlerinden birine yol açtı. Son iki yıldır, iki ülkenin üst düzey yetkilileri arasında yapılan her görüşmeye bu mesele damga vurdu.
Ancak son birkaç ayda iki ülke arasındaki gerginlik, Amerikan Kongresi'ndeki bir kampanya ve Trump yönetiminin iki Türk bakana yaptırım getirmesi nedeniyle tırmandı. Türk yetkililer daha krizin en başından itibaren, Brunson hakkındaki nihai kararı Türk yargısının vereceğini ve yasal sürece müdahale edemeyeceklerini vurguladı. ABD yönetiminin uyguladığı baskılar ve yaptırımlar da durumu değiştirmedi. Söz konusu dönemde, ilişkilerde karşılıklı güven dibe vurdu. Gittikçe büyüyen sorun, ikili ilişkileri ve işbirliğini ilgilendiren diğer sahalarda da istikrarsızlığa yol açmaya başladı.
Brunson ülkesine döndü hatta Başkan Donald Trump ile Oval Ofis'te görüştü. Şimdi Türk-Amerikan ilişkilerinin nasıl bir yön izleyeceğini izlemek ilginç olacak.
İlk olarak, daha Brunson'ın serbest bırakılması öncesinde bile ilişkilerde bazı düzelme işaretleri vardı. ABD yönetimi Suriye konusunda yeni bir ekibin göreve gelmesiyle birlikte daha uzun vadeli bir strateji izlemeye başlamıştı. ABD'nin Suriye'de PKK'yla ilişkili Halk Savunma Birlikleri'ne (YPG) askeri destek sağlamasının yol açtığı uzun süreli bir gerginliğin ardından, Türkiye ile ABD İdlib'in geleceği konusunda farklı sebeplerle de olsa benzer bir tutum aldı.
İdlib'e yönelik olarak yakın zamanda gösterilen bu ortak ilgi aynı zamanda, dikkatleri Suriye'nin iç savaş sonrasında istikrara kavuşturulması ve yeniden inşası gibi başka konulara da kaydırdı. Cenevre sürecinin yeniden canlandırılması ihtimaliyle birlikte bu yeni dinamik, iki ülke arasında yeni bir işbirliği sahası açabilir. Tabii, ABD'nin Barack Obama döneminde Suriye'de yıllarca pasif kalması yüzünden güvenilirliğini kaybettiği düşünülürse, ilişkilerdeki muhtemel bir düzelme için ABD tarafının bazı güven artırıcı adımlar atması gerekiyor.
Menbiç anlaşmasının ve YPG'nin elindeki bölgelerin geleceğine ilişkin sorular, halen ilişkilerdeki en önemli endişe kaynakları arasında. DEAŞ karşıtı koalisyonun Suriye'deki operasyonlarının bitme noktasına geldiği göz önüne alındığında, ABD yönetiminin YPG ile kurduğu ve "taktik, geçici ve sınırlı" olarak nitelediği ilişkileri sonlandırmanın bir yolunu bulması ve Türkiye'nin ulusal güvenliğiyle ilgili endişelerini dikkate alması lazım. Bu manada, Suriye'deki durum Türkiye ile ABD'nin bölgedeki ilişkilerinin en önemli boyutlarından biri olacak.
İkinci olarak, iki ülke ilişkilerinde ön plana çıkan bir dizi mesele var. Türkiye bunların bazılarında ABD'den anlamlı bir destek görmedi. Halk Bankası eski yöneticisi Hakan Atilla'nın yargılanması, bu konulardan biriydi. Atilla'nın tutuklanması ve yargılanması ikili ilişkilerdeki en ciddi krizlerden birine yol açtı. Türk hükümeti Atilla'nın serbest bırakılmasını talep etse de henüz olumlu bir cevap alabilmiş değil.
ABD-Türkiye ilişkilerinde Türkiye'yi hayal kırıklığına uğratan tek vaka bu değil. Türk hükümeti 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimi sonrasında ABD'den, halen bu ülkede yaşayan Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) lideri Fetullah Gülen'in iadesi için soruşturma başlatmasını istedi. Ancak bu konuda hemen hiçbir gelişme olmadı. Dahası, Atilla'nın yargılanması sırasında FETÖ üyelerinin tanık statüsünde devreye girdiği görüldü.
Yasadışı dinlemeler sonucunda oluşturulan ve gizlice ABD'ye getirilen birtakım ses kayıtları, FETÖ üyeleri tarafından mahkemeye sunuldu. Dolayısıyla bu konu iki ülke arasındaki ilişkilerde sorun teşkil etmeye devam edecek.
Ayrıca ortak F-35 savaş uçağı projesinin Türkiye'ye baskı yapmak için kullanılması, Türkiye'de ABD hakkında büyük bir güven kaybına yol açtı.
Türkiye'nin bu savaş uçaklarını satın almasını engellemeye yönelik girişimler şu ana dek başarısız kaldı. Fakat bu konu yönetimin üst katmanlarında da tartışılmaya başlanırsa, daha ciddi sorunlara sebep olabilir. Bu sorunların tümü, ilişkilerin düzelmesinin önünde önemli bir engel oluşturuyor. ABD, ilişkilerdeki olumsuz havanın güçlenmemesi için bazı adımlar atmalı ve girişimlerde bulunmalı.
Son olarak, ilişkilerdeki olumlu gidişatı bozabilecek muhtemel ihtilaf alanları bulunuyor. Bunların çoğu, Türkiye'nin Astana sürecindeki ortaklarından İran ve Rusya ile ilişkileriyle bağlantılı.
Öncelikle, ABD'nin Suriye stratejisinin bir ayağının da İran'ın bölgesel politikalarıyla ilişkili olacağı anlaşılıyor. Ancak ABD'nin bu konuda Türkiye'den bir beklentisi olup olmadığı henüz belli değil. Keza ABD'nin olası bir işbirliği çağrısına Türkiye'nin ne cevap vereceği de belli değil. İran'a uygulanacak yeni yaptırımların Türkiye-ABD ilişkilerini nasıl etkileyeceği de belirsiz. Buna ilaveten, Türkiye'nin Rusya'yla ilişkileri ve özellikle de bu ülkeden S-400 füze savunma sistemi satın alması da Türk-Amerikan ilişkilerini ciddi ölçüde etkileyebilir.
Bu karmaşık gündemin ışığında, Türkiye-ABD ilişkilerinde oldukça ilginç bir döneme girdiğimizi söyleyebiliriz. İlişkilerin geleceği, diplomasinin bu mayınlı sahalarda başarıyla rehberlik etmesine ve fırsatların etkili biçimde değerlendirilmesine bağlı.