Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Foreign Policy dergisinde çıkan yazısında dünyanın tüm ülkelerinin liberal uluslararası düzeninin çökmesini engellemek için işbirliği yapması gerektiğini belirtti. Bu, bir dünya liderinin uluslararası sistemin korunması ve dağılmasının önlenmesi için yaptığı ilk çağrı değil. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çağrısının iki önemli boyutu bulunuyor.
İlk olarak, Türkiye birkaç yıldır başta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) olmak üzere mevcut uluslararası kurumlarda reform yapılması talebinde bulunuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz hafta BM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada, BM'nin "daha etkili kılınması" için örgüt bünyesindeki kurumlarda reformlar yapılması ihtiyacını bir kez daha dile getirdi. Aslına bakılırsa, BM'yi ve mevcut liberal düzeni eleştiren başka kesimler de olmakla birlikte, bu eleştirel seslerin söz konusu talebi tutarlı bir şekilde gündemde tuttuğu ve ülkelerin dış politikalarının önemli bir parçası haline getirdiği söylenemez. Fakat BMGK'nın dünyanın çeşitli yerlerindeki çatışmaları durdurma konusundaki başarısızlığı dikkate alındığında, uluslararası toplumun üyeleri açısından bunun bir öncelik olması gerekiyor. Türkiye'nin konuyu ısrarla gündeme getirmesi büyük önem taşıyor. BM'nin yapısındaki adaletsizliği vurgulayan diğer ülkelerin de aynı şekilde davranması lazım.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın aynı yazıda dile getirdiği bir diğer konu da, mevcut uluslararası kurumları en çok zayıflatan tarafın ABD olduğu gerçeği idi. Söz konusu kurumlar ile mekanizmaların büyük kısmı, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde ABD ile diğer Batılı ülkelerin önderliğinde oluşturulmuştu. Bu kurumlar geçmişte birtakım ciddi tehditlerle karşılaşsa da, bunların hiçbiri ABD'nin bunlara yönelik saldırıları kadar yıkıcı olmamıştı. Bazı uluslararası siyaset uzmanları ile Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın belirttiği üzere, liberal düzen ancak dünyadaki diğer ülkelerin de bu düzenin devamı için çaba göstermesi halinde ayakta kalabilir. Bu da ciddi bir külfet paylaşımını gerektiriyor. Yalnızca yönetim açısından değil maddi kaynak sağlama ve örgütlerin görevlerini yerine getirmesi için gayret gösterme anlamında da sorumluluklar almak çok büyük önem taşıyor. Türkiye birçok kez, bu kurumların bıraktığı ve ihmal ettiği boşlukları doldurmaya ve muhtaç durumdakilere tek başına yardım etmeye çalıştı. Dünyanın çeşitli bölgelerindeki insani krizler ile iç savaşların şiddeti ve aciliyeti dikkate alındığında, uluslararası toplumun bu boşluğu doldurmak için müşterek hareket etmesi gerekiyor. Bu uluslar sadece ABD'nin çekilmekte olduğu alanlarda değil, aynı zamanda BM sisteminin erişemediği veya gücünün yetmediği alanlarda da harekete geçerek sorumluluk almalı.
Her iki konu da dünya halklarına bir kez daha, uluslararası sistemin yeni dönemde çok daha karmaşık olacağını ve ülkelerin bu yeni sistemdeki rolünün büyük önem taşıyacağını hatırlatıyor. Ülkeler bir yandan BM sisteminde reform yapılması için bastırırken, diğer taraftan da dünyanın çeşitli yerlerinde beliren meydan okumalarla ve tehditlerle baş etmek için liderlik rolü üstlenmek amacıyla birlikte hareket etmeli. ABD'nin uluslararası sistemle ve bu sistemdeki rolüyle ilgili ikircimli tutumunun uluslararası toplumun cesaretini kırmaması ve bilakis onu daha önemli bir rol oynamaya cesaretlendirmesi gerekiyor. Türkiye son birkaç yıldır, ülkeleri harekete geçmeye çağırarak önemli bir rol oynamakta. Şimdi diğer ülkelerin de bu gerçeği görmesi ve dünyanın yeni bir çatışmalar ve felaketler dönemine girmesini önlemek için buna uygun davranması çok önemli.