Geçtiğimiz iki haftada ABD-Çin ilişkileri bağlamında, dünyanın bu en büyük iki ekonomisi arasındaki ilişkilerin gelecekteki gidişatına ilişkin endişelere yol açan iki önemli gelişme meydana geldi. Bir dönem bazı uzmanlar, iki ülke arasındaki ilişkileri G2 olarak adlandırmış ve küresel sorunları çözmenin olası en iyi yolunun bunların işbirliği yapması olduğunu savunmuştu. İki ülke arasındaki karmaşık karşılıklı bağımlılığa dikkat çeken çevreler, bunun ileride yaşanabilecek gerginliklerde krizlerin büyümesini engelleyecek en önemli emniyet supabı olduğunu vurgulamıştı.
Hatta bu iki ekonomiden birinde yaşanacak yıkımın diğerinin de mahvına sebep olacağını vurgulayan MAED (Karşılıklı Garantili Ekonomik Yıkım) diye yeni bir kavram bile icat edilmişti. Dolayısıyla bu çevreler, iki ülke arasında kafa kafaya çatışma yahut ekonomik savaş bile olmayacağını düşünüyordu. Ancak geçtiğimiz haftalarda meydana gelen gelişmeler, boyutu ne kadar büyük olursa olsun, çökemeyecek kadar kapsamlı olduğu düşünülen ilişkilerin aynı zamanda ciddi bir kırılganlık da içerdiğini ortaya koydu. Daha Obama döneminde bile, ABD-Çin ilişkileri ABD'nin Asya Mihveri politikası ve Çin'in Güney Çin Denizi'ndeki gittikçe artan askeri faaliyetleri nedeniyle bozulmaya başlamıştı. Güney Çin Denizi'ni ulusal çıkarları açısından önemli gören ABD, Çin'in bölgedeki adalarda askeri üsler kurma girişimlerine tepki gösteriyordu. Donald Trump'ın göreve gelmesiyle birlikte ikili ilişkiler, tarihindeki en öngörülemez dönemlerden birine girmiş oldu. Bazı durumlarda, Trump'ın Tayvan devlet başkanı ile yaptığı telefon görüşmesini takiben patlak veren gerginlikte olduğu gibi ilişkilerde tek seferlik krizler de yaşandı.
Öte yandan, Güney Çin Denizi krizi gibi başka bazı meseleler ikili ilişkilerde çok fazla öne çıkmadı. Trump yönetimi döneminde en önemli kriz konularından biri, iki ülke arasındaki ticaret oldu. Trump yönetimi, ticari ihtilafların müzakereler yoluyla çözülememesi üzerine Çin'den ithal edilen mallara uygulanan gümrük vergilerini artırdı. ABD yönetimi bu konuda ilk adımı attıktan sonra, bu kez de 200 milyar dolar değerindeki Çin mallarına yüzde 10 oranında gümrük vergisi koyacağını duyurdu. Bu oranın yıl sonuna kadar yüzde 25 seviyesine yükseltilmesi bekleniyor. Çin'in gümrük tarifelerindeki bu artışa karşı yapacağı misilleme, gerginliği iyice artıracak.
Dahası, Başkan Trump 267 milyar dolar değerindeki Çin mallarına ilave gümrük vergileri koyabileceği uyarısında da bulundu. Bu da Çin'den ithal edilen malların tümüne daha yüksek gümrük vergileri koyulması anlamına gelecek. Ne devam eden müzakereler ne de Çin'in misilleme tehditleri şu ana kadar durumu değiştiremedi.
ABD'nin bu hafta, Çin ordusuna bağlı Teçhizat Geliştirme Birimi'ne (EDD) karşı, 2017 yılında Rusya'dan SU-35 savaş uçağı ile S-400 karadan havaya füze sistemiyle ilişkili ekipman satın alması nedeniyle yaptırımlar koyması, işleri iyice karıştırdı. Çin bu yaptırımlara, bir kez daha ABD'ye misillemede bulunma tehdidiyle cevap verdi. Bu kritik dönemeçte, ABD-Çin ilişkilerinin geleceğini neyin belirleyeceği henüz belli değil. Ticari ihtilaflar çözüme kavuşturulsa bile, bu iki büyük güç arasındaki gerginliğin farklı alanlarda devam ettiğini görebiliriz.
ABD'nin Çin'e yönelik ticari casusluk ve bilgisayar korsanlığı iddiaları nedeniyle, Çin'in fikri mülkiyet haklarını ihlal etmesi mevzusu sadece ekonomik bir sorun olmanın ötesine geçmeye başladı. Güney Çin Denizi'ndeki gerginlik de her an alevlenebilir. Keza Senkaku Adaları'nın kime ait olduğu konusundaki anlaşmazlık, ABD'yi bir kez daha Japonya ile Çin arasındaki kavganın tam ortasına atabilir. Çin'in Asya Altyapı Yatırım Bankası ve "Bir Kuşak Bir Yol" politikası benzeri bölgesel girişimlerinden duyulan kaygılar, bu günlerde Washington'da daha yüksek sesle dile getirilmeye başladı. Ayrıca iki ülke, uluslararası sistemin mevcut durumu ile geleceği hakkında birbirinden farklı yaklaşımlar sergilemeye de başladı. Aslına bakılırsa, iki ülke ilişkilerini önümüzdeki dönemde etkileyebilecek o kadar çok değişken bulunuyor ki. ABD ile Çin arasında kafa kafaya çatışma olabileceğini düşünenlerin sayısı az. Bununla birlikte, büyük güç ilişkilerinde "trajedi" yaşanması ihtimalinden söz etmeye başlayanların sayısı gittikçe artıyor.