Bir önceki yazımda, yeni dönemde uygulamaya geçen yeni hükümet sistemi ışığında Türk dış politikasını ele almıştım. Bu köşede daha önce belirttiğim üzere, Türkiye'deki karar alma mekanizmasının değişmesiyle birlikte dış politikadaki bazı sürekliliklere ek olarak birtakım değişiklikler de gerçekleşecek. Bu ortamda en önemli sorulardan biri, Türk-Amerikan ilişkilerinin yeni dönemde nasıl bir gidişat izleyeceği. Bu konu, Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı Washington Ofisi'nde (SETA DC) geçtiğimiz hafta düzenlenen bir panelde tartışıldı. Panelde, Türk-Amerikan ilişkileri hakkında hem geride kalan cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında yapılan yorumlara hem de önümüzdeki döneme ilişkin çeşitli görüşler dile getirildi.
İlk olarak panelistlerin çoğu, seçim döneminde çıkan haberlerin fazlasıyla önyargılı ve taraflı olduğu konusunda birleşti. Bazı medya organlarının ve bir kısım yorumcunun körüklediği Erdoğan karşıtı söylemler, seçimlere ilişkin algıyı ciddi ölçüde bozdu. Daha seçimlerden önce oy sandıklarının güvenliğine ilişkin kuşkular dile getirilse de, hiçbir ciddi usulsüzlük yaşanmaması bu iddiaları boşa çıkardı.
Bazı siyasiler, seçim gecesinin erken saatlerinde seçim sonuçlarına ilişkin birtakım kaygılar ve eleştiriler dile getirdi. Ancak muhalefet partilerinin elindeki nihai sonuçlar ile Yüksek Seçim Kurulu'nun ilan ettiği gayrı resmi sonuçlar aynıydı. Buna ek olarak, muhalefetin adaylarına yönelik yüksek beklentilerin de gerçekçi olmadığı anlaşıldı.
Muhalefetin önde gelen adayı Muharrem İnce'nin seçim yenilgisini kabul ettiği konuşmasında ifade ettiği gibi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile kendisinin aldığı oy arasında 10 milyondan fazla fark vardı. Panelistler Türk siyasetinin ve seçim sürecinin Batı medyasında yanlış yorumlandığına ve ABD ile Türkiye arasındaki iletişimin ve karşılıklı anlayışın gelişmesi gerektiğine dikkat çekti. Amerikan yönetimlerinin Türkiye'ye stratejik ortak muamelesi yapmaması ve Türkiye'nin endişelerini ve önceliklerini sürekli görmezden gelmesi, panelistler tarafından sıkça dile getirildi.
İkinci olarak, panelistler arsında Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğine ilişkin "ihtiyatlı bir iyimserlik" vardı. Bu yaklaşımı iyimser kılan, ortak stratejik çıkarların bulunduğu çeşitli alanların varlığı. Buna iki ülkenin, Afganistan'ın istikrara kavuşturulması ve terörizmle mücadele gibi başka konu başlıklarında krizler sırasında işbirliği yapması da dahil.
Yeni dönemde bilhassa ABD'nin yeni Afganistan politikası ve Deaş ile mücadele dikkate alındığında, stratejik ortaklığın devam etmesini bekleyebiliriz. Bu iyimserlik aynı zamanda, Menbiç'le ilgili yakın zamanda varılan mutabakattan kaynaklanıyor. İki ülkenin söz konusu müzakereler sırasında sergilediği iyi niyet, ciddi bir iyimserlik yarattı. Menbiç anlaşmasının iki tarafın atadığı çalışma gruplarınca müzakere edilmiş olması, diplomatik mekanizmaların hâlâ işlediğini ve bu işbirliğinin diğer ihtilaflı alanlarda da uygulanabileceğini gösteriyor. Tabii, Başkan Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kimyalarının uyuşması da önemli bir boyut.
Ancak önümüzdeki dönemde kriz yaratmaya devam edebilecek birkaç konu başlığı nedeniyle temkinli bir iyimserlik var. Kuşkusuz, ABD'nin PKK'yla bağlantılı Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile ilişkisi Türkiye için listenin en başında geliyor. Deaş'a yönelik operasyonların ardından şimdi herkes, ABD-YPG işbirliğinin geleceğiyle ilgili aynı soruyu soruyor. Sorun ABD'nin çözüm bulmasını gerektiren bir noktaya ulaştı.
İlişkilerin düzelmesinin önündeki bir diğer engel de S-400 füzeleri konusu olacak. ABD hükümetinin bu konuyla ilgili yaptırım uygulama girişimleri, ilişkilerde ciddi bir kriz daha yaratabilir. Fetullah Gülen'in iade edilmesi talebine verilecek yanıt ve Halkbank konusu da önümüzdeki dönemde ilişkilerde temkinli olmayı gerektiren başlıklar. Bu anlamda, çalışma grupları sadece diplomatik tıkanıklıkların aşılmasında değil kilit önemdeki konu başlıklarında kriz yönetimine yardımcı olarak da ciddi bir rol oynayabilir. Dolayısıyla, çalışma grupları yalnızca hükümetler düzeyindeki konulara odaklanmakla kalmayıp bu krizlerin iç kamuoyuna yansımalarını idare etmeye de hazırlanmalı. Medya ve kamuoyu ile etkin ve stratejik nitelikli bir bilgi paylaşımı, bu krizlerin idare edilmesi ve iyimserliğin yüksek tutulması açısından önemli bir işlev üstlenecektir.