Hiroşima'daki Barış Parkı'nın tam ortasında, II. Dünya Savaşı'nın çocuk kurbanları anısına dikilmiş bir anıt vardır. Bu anıt özellikle, Hiroşima'ya atılan atom bombasının kurbanlarından Sadako Sasaki adlı çocuğun anısına ithaf edilmiştir. Sasaki atom bombası atıldığında daha iki yaşındaydı. Yani Aylan Kurdi ile aynı yaşta. Maruz kaldığı radyoaktif serpinti nedeniyle birkaç yıl sonra kansere yakalanan çocuk, o dönemde çoğu kişinin "atom bombası hastalığı" adını verdiği bu hastalık yüzünden hayatını kaybetti. II. Dünya Savaşı'nın milyonlarca çocuk kurbanından biri olan Sasaki'nin hatırası, sonraki yıllarda dünyanın değişik yerlerindeki insanlarca yaşatıldı. Ünlü Türk şairi Nazım Hikmet, onu ve diğer çocuk kurbanları anmak için bir şiir yazdı. Hiroşima ve atom bombası çoğu kez bu küçük kurban vasıtasıyla hatırlandı.
Ancak bu durum dünyanın farklı yerlerindeki çocukların karşılaştığı zulümleri durdurmadı. Çocuklar dünya genelindeki savaşların ve çatışmaların en savunmasız kurbanları olmaya devam etti. Hiroşima'dan yaklaşık 30 yıl sonra Vietnam'daki kanlı bir savaşta, yine küçük bir kız minik bedenlerin çatışmalarda çektiği acıların ve eziyetin simgesi oldu. Vietnam Savaşı'na dair en unutulmaz karelerden biri, ciddi biçimde yaralandığı bir napalm saldırısından gözyaşları içinde kaçan Phan Thi Kim Phuc adlı çocuğun fotoğrafıydı. Bu fotoğraf daha sonraları, tüm dünyada savaş karşıtı hareketlerin simgesi haline gelecekti.
Dünya o zamandan beri birçok vahşete tanıklık etti. Yakın tarihteki en büyük mezalim Ruanda'da yaşandı. Ruanda'daki soykırıma dair birçok işarete ve kanıta rağmen uluslararası toplum ve büyük güçler katliamları görmezden gelmeyi tercih etti. Benzer bir etnik temizlik de Bosna'da meydana geldi. Birçok kişi, bir pazar yerini hedef alan bombardımanın televizyonda canlı olarak yayınlanmasına kadar bu insanlık dramına ve soykırıma kayıtsız kaldı. "Korkunç sorunlar" olarak nitelenen bu çatışmalardan uzak kalmanın büyük bir mutluluk olduğu düşünüldü.
Bu tür zulümlerin ardından daima törensel anma çabaları görülür. Yüzbinlerce insanın hayatını kaybetmesinin ardından, katliamları engellemek için yeterince çaba göstermeyen ülkelerden çoğu kez gecikmiş özürler gelir. Bu ülkelerin liderlerinin konuşma metinlerini kaleme alanlar, katliamların yıldönümlerindeki konuşmalarda en çok "Bir daha asla" ifadesini kullanır. Herkes bu suçların korkunçluğunu ve bunlara göz yummanın kabul edilemezliğini anlamış gibi davranır. Ama tarih her seferinde kendini tekrar eder. Son yirmi otuz yıldır, uluslararası toplumun sessizliği ve bu suçlara ve gaddarlıklara yönelik kayıtsızlığı, dünyanın her yerindeki diktatörleri sık sık cesaretlendiriyor. Bu diktatörler daha küstah ve cüretkâr hale geldikçe, savaşlar ve çatışmalarda daha çok çocuk ölüyor.
Son iki haftada, Suriye'deki çatışmalarla ilişkili iki fotoğraf uluslararası toplumda büyük yankı uyandırdı. Bunlardan ilki, uyumakta olan kızını kucağında taşıyarak kalem satan Suriyeli mülteci bir babanın fotoğrafıydı. Sosyal medya üzerinden büyük bir yardım kampanyası düzenlenmesine yol açan bu fotoğraf, Suriyeli mültecilerin çeşitli ülkelerde ne kadar zor şartlarda yaşadığını gösterdi. İkinci ve daha sarsıcı fotoğrafta ise, denizde boğulmuş küçük bir çocuğun bir plaja vuran cesedi görülüyordu. Bu çocuk Suriye'deki çatışmadan kaçmaya çalışan milyonlarca mülteciden birinin çocuğuydu. Fotoğraf önemli gazetelerin manşetlerini kaplarken, boğulan çocuk da sosyal medyada en çok konuşulan konu oldu. Yabancılar için Suriye'deki çatışmanın en hazin görüntülerinden biri olan bu olay, Suriyeliler için hiç de yeni bir durum değildi.
Son dört yılda yüzbinlerce Suriyeli ağır bombardımanlarda, kamplardaki hastalıklar yüzünden ya da Akdeniz'i geçip daha güvenli ülkelere ulaşmaya çalışırken boğularak hayatını kaybetti. Rejim güçlerinin iki yıl önce, Şam'ın Guta banliyösünde sarin gazı kullanarak düzenlediği kimyasal silah saldırısında onlarca çocuk ölmüştü. Küçük bebeklerin ve çocukların ölü bedenlerinin yanı başında ağlayan acılı anne babaların görüntüleri sosyal medyada yayınlanmıştı. Ama son dört yılda büyük güçler esasen, bu çatışmayı ve ölen çocukları görmezden gelmeye çalıştı.
Aslında Suriye rejiminin sivillere karşı kimyasal silah saldırıları ve uluslararası toplumun buna tepkisi, bazı Batılı güçlerin Suriye'deki sivil kurbanlara yönelik tutumunun göstergesiydi. Rejim, elindeki kimyasal silah stokunu teslim etmek dışında başka bir yaptırımla karşılaşmadı. Aslına bakılırsa, bu saldırı ve sonrasındaki gelişmeler, uluslararası toplumun kırmızı çizgilerini Esad rejimi için yeşil ışığa çevirdi ve rejimin sivilleri konvansiyonel silahlarla öldürmesine zemin hazırladı. Saldırının faillerine yönelik herhangi bir cezalandırma olmaması, Suriye'deki sivillere yardım etme konusundaki isteksizliği ortaya koydu. Asıl önemli olan, ülkedeki kimyasal silahların bertaraf edilip radikal grupların eline geçmelerinin ve Batılı ülkelere karşı kullanılmalarının önlenmesiydi.
Suriye'deki çatışmanın yol açtığı yegâne tehdit bu değildi. Kimyasal silah saldırısından bir yıl sonra, dünyanın dikkatini üzerine çeken terör örgütleri ortaya çıktı. Uluslararası toplum Suriyelilerin IŞİD benzeri örgütler yüzünden karşı karşıya kaldığı tehlikeyi yeniden fark etti. Ancak uluslararası toplum bir kez daha, IŞİD'in Suriyelilerden ziyade uluslararası güvenlik için oluşturduğu tehditten kaygılandı. Dikkatler IŞİD gibi örgütlerin ortaya çıkışını ve güçlenmesini sağlayan şartların ortadan kaldırılmasından çok, yabancı savaşçılara ve hava bombardımanlarına yoğunlaştı. Suriyeliler bu dönemde, bir yandan sivilleri konvansiyonel silahlarla öldürmek için uluslararası toplumdan yeşil ışık alan Esad rejimine karşı savaşmak, diğer yandan da IŞİD'in Suriye'ye ve tüm muhalif gruplara yönelik tehdidiyle uğraşmak zorunda kaldı. Hem Esad'ın hava kuvvetlerinin bombardımanından hem de IŞİD'in zulmünden kaçmaya çalışırken, Batılı ülkelerin kapıları yüzlerine kapattığını gördüler. Mültecilere kapılarını kapatan birçok Avrupa ülkesi, binlerce kişinin Akdeniz'de boğulmasına seyirci kaldı. Bunlar ne mültecilere yardım etti ne de Suriye'deki çatışmaya çözüm bulmak için çaba gösterdi.
Ege sahillerinde boğulan küçük çocuğun fotoğrafının ardında işte böyle bir tablo var. Bu olay bir kaza değildi. Bu, 2010'lu yılların tarihine kara bir leke olarak düşecek, birçok suç ortağının karıştığı bir suçtu. Bu fotoğrafı herkes hatırlayacak ve yıllar sonra herkes, bu trajedide sorumluluğu olanları tartışacak. AB'nin 2010'lardaki dış politikası muhtemelen Yunanistan'daki borç krizinden ziyade sadece bu fotoğrafla hatırlanacak. Belki de Obama yönetiminin dış politikası açısından bu fotoğraf, İran'la varılan nükleer anlaşmadan daha büyük bir sembolik öneme sahip olacak. Bu kareyi kimse unutmayacak. Fotoğraf Esad rejiminin, o rejime silah satan büyük güçlerin ve Esad'a askeri yardım sağlayan ülkelerin acımasızlığını anlatacak. Batılı ülkeler için yeni bir "Bir daha asla" vakası olacak. Suriye'deki çatışmanın sona ermesinin ardından büyük anma etkinlikleri düzenlenecek ve çatışmayı sonlandırmak için yeterince çaba göstermeyen ülkelerin liderlerinin konuşma metinlerini yazanlar duygusal ifadeler kullanacak. Belki de bu olay, ABD'nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Samantha Power'ın "Korkunç Sorun" adlı kitabının yeni bir bölümünü oluşturacak. Yüzbinlerce insanın ölümünün ardından Suriye'deki çatışma daha şimdiden, içinde bulunduğumuz dönemin tarihine kara bir leke olarak geçti. Fakat bu fotoğrafla birlikte, aynı zamanda bir simge haline de gelmiş oldu. Tek bir kare, tüm acıları, ihmalleri, riyakârlığı ve utancı anlatabilir. Tek bir fotoğraf hem tanık hem tanık ifadesi hem de kanıt işlevi görecek.