Suruç'ta toplanan bir gruba yönelik intihar saldırısıyla birlikte, Türkiye'de ve bölgede terörizmle mücadelede yeni bir döneme girildi. Kimi çevreler Türkiye'yi IŞİD'le mücadeleye yeterince katkı yapmamakla suçlasa da, Türkiye son bir buçuk yılda örgüte yönelik operasyonları gittikçe yoğunlaştırdı. IŞİD'le mücadelede bir dizi dönüm noktası yaşandı. IŞİD üyelerinin geçtiğimiz yılın Mart ayında Niğde'de Türk güvenlik güçlerine saldırması, bu dönüm noktalarından biriydi. IŞİD'in Musul'u işgal ederek uluslararası bir sorun haline gelmesinden önce bile, örgüt mensupları Türk güvenlik güçlerini hedef alıyordu. Bu durum Türk güvenlik bürokrasisini örgüte karşı ciddi önlemler almak için harekete geçirdi.
IŞİD'in Musul'u alması, uluslararası kamuoyunun örgütün yükselişini ilk kez gerçek anlamda fark etmesini sağladı. Musul'un düşmesinin ardından IŞİD tehdidiyle karşı karşıya kalan ilk ülke de yine Türkiye idi. IŞİD militanları Musul'daki Türk konsolosluğunu basarak konsolosluk binasına sığınmış Türk vatandaşları ile konsolosluk çalışanlarını rehin aldı. Bu rehineler arasında Türkiye'nin Musul Başkonsolosu da vardı. Rehine krizi 3 aydan uzun bir süre devam etti. Kriz sırasında tüm Türkiye, IŞİD'in bölge ve Türkiye için nasıl bir tehdit oluşturduğunu anladı. Böylece Türkiye IŞİD'in Irak ve Suriye dışındaki ilk saldırılarından birinin kurbanı oldu. Musul'daki rehine krizi ile birlikte Türkiye diplomatik misyonu ile IŞİD saldırısına uğrayan ilk ülke oldu.
Bu arada IŞİD giderek Esad rejimini güçlendiren faaliyetlerde bulunuyordu. IŞİD çoğu kez Esad rejimi yerine muhaliflere saldırmayı tercih etti. Bu da Türkiye'nin Suriye politikasıyla taban tabana zıttı. Rehine krizi sonrasında, Türk hükümeti kendini IŞİD'le nasıl mücadele edileceği konusundaki bir tartışmanın içinde buldu. Türkiye IŞİD'le mücadeleye yeterince katkı yapmadığı gerekçesiyle gittikçe artan eleştirilere hedef oldu. Ancak Türkiye aynı anda IŞİD'in üç farklı yüzüyle karşı karşıya kalmıştı. Bu yüzden de örgütü bertaraf etmek için kapsamlı bir plan hazırlamak istiyordu. Çok kısa bir süre içinde, Türk güvenlik güçleri Türkiye topraklarında saldırıya uğramış, Türk diplomatları Irak'ta rehin alınmış ve IŞİD sahada neredeyse Esad güçleriyle ortak hareket etmeye başlamıştı. Bu yüzden, IŞİD'le mücadelede örgütü zayıflatırken aynı zamanda örgütün kontrolündeki bölgelere komşu ülkeleri de koruyacak bir stratejiye ihtiyaç vardı. Ayrıca muhalifleri eğitip donatmayı ve onları Esad rejiminin hava saldırılarından koruyacak güvenli bölgeler oluşturmayı içeren kapsamlı bir strateji gerekiyordu. Birçok uzman bu tür bir stratejiyi destekliyordu; çünkü IŞİD daha karmaşık bir yapı halini almaya başlamıştı ve hızla terör örgütü, isyancı güç ve ordu karşımı bir oluşuma doğru evriliyordu.
Kobani krizi, Türkiye ile IŞİD karşıtı uluslararası koalisyonun lideri ABD arasındaki en ciddi krizlerden birine yol açtı. Bazı çevreler, Kobani'de savaşan PYD'nin Batı'yı IŞİD'den kurtaran güç olabileceğine inanmaya başlamıştı. PYD'nin silahlı kolunu terör örgütü olarak gören Türkiye'nin örgütle ilgili çekinceleri ise, IŞİD'le mücadele konusundaki isteksizliğinin işareti olarak değerlendiriliyordu. Türkiye Kobani'den kaçan sivillere kapılarını açmasına ve Peşmerge güçlerinin Kobani'ye girişine izin vermesine rağmen IŞİD destekçisi gibi gösteriliyordu. HDP Haziran'daki seçim kampanyasında Kürt seçmenin desteğini almak için bu algıyı epeyce kullandı.
Ama son birkaç ay içinde hem uluslararası koalisyon hem de Türkiye IŞİD'le mücadeleyi yeniden gözden geçirdi. ABD IŞİD'le PYD güçleri aracılığıyla yapılan mücadelenin ancak Türkiye-Suriye sınırı boyunca ve uluslararası koalisyonun hava desteğiyle başarılı olabileceğini anladı. Tel Abyad'da yaşanan kriz sonrasında çoğu uzman, PYD güçlerinin aşırı zorlandığını dile getirmeye başladı. Muhtemel bir Afrin operasyonu durumunda, bu güçler daha da zayıflayıp IŞİD'le mücadele azmini yitirebilirdi. Dolayısıyla sahada IŞİD'in ağırlık merkezini dengeleyecek veya aşacak daha geniş bir koalisyona ihtiyaç vardı. İkinci olarak, önce Kobani'deki sonra da Suruç'taki bombalamalar IŞİD'in değişen koşullara kolayca adapte olabildiğini ve cephe savaşında yenilince klasik terör eylemlerine geri döndüğünü gösterdi. Böyle karmaşık bir örgütle mücadele ederken, daha ileri istihbarat paylaşımına ve kaynak ülkelerde daha etkili iç güvenlik uygulamalarına gerek vardır. Ayrıca sahadaki mücadelede kararlı olmak gerekir.
Suruç saldırısı ile birlikte, Türkiye'nin IŞİD'le çatışmasında yeni bir döneme girildi. Bir kez daha örgütün kurbanı olan Türkiye, savunma önlemleri yerine önleyici saldırılara yöneldi. Bu karar, Türkiye ile uluslararası koalisyon arasında varılan mutabakatla aynı döneme denk geldi. Gelinen noktada, önleyici saldırılar ile uluslararası koalisyonun saldırıları IŞİD'i Suriye ve Irak'ın komşularına saldırmaktan uzak tutmaya yönelik geçici tedbirler olarak görülmeli. Orta ve uzun vadede ise, daha etkili bir mücadele için yukarıda bahsedilen hususlar dikkate alınmalı.