Ankara'nın terörle mücadele stratejisinde yakın zamanda meydana gelen değişimle birlikte, ülke içindeki terör saldırılarını önlemek için daha önleyici bir yaklaşım benimsendi. Bu durum uluslararası alanda, IŞİD'le savaş, Türk-Amerikan ilişkileri ve Kürt sorunu konularında ciddi bir tartışma başlattı. Türkiye'deki çözüm sürecinin geleceği, Türkiye'nin IŞİD'le mücadelesi ve bunların hem Suriye ve Irak'taki çatışmalar hem de uluslararası koalisyonun IŞİD'le mücadelesi üzerindeki etkileriyle ilgili birçok soru işareti var.
Türk savaş uçaklarının Suriye ve Irak'taki IŞİD ve PKK hedeflerini bombalaması sonrasında en çok tartışılan konulardan biri de, çözüm sürecinin geleceğiydi. Batılı ülkelerdeki bazı çevreler, çözüm sürecinde yaşanan bu büyük kriz için Ankara'yı suçluyor ve bombardımanları sürece yönelik en ciddi tehdit olarak görüyor. Ama hükümeti hedef alan bu eleştirilere rağmen, bölgede şiddetin bir anda tırmanması esasen PKK'nın güneydoğuda Türk güvenlik güçlerine yaptığı saldırıları artırmasından kaynaklandı.
Birçok kişi, Halkların Demokrasi Partisi'nin (HDP) seçimlerde elde ettiği başarının çözüm sürecinde yeni bir aşamayı başlatmasını ummuştu. Ancak PKK farklı kanallardan yaptığı açıklamalarla silahlı çatışma dönemine geri dönüleceği işaretini verdi. Kimileri devlete yönelik bu örtülü tehditlerin lafta kalacağını düşünürken, kimileri de ani söylem değişikliğinin nedenini anlamaya çalışıyordu. Fakat Suruç'taki bir kültür merkezinde toplananları hedef alan canlı bomba eyleminin ardından, PKK hemen Türk güvenlik güçlerine yönelik saldırılar başlattı. Bu da, PKK temsilcilerinin ve örgütle bağlantılı yapıların söylemlerinin sertleşmesinin, aşamalı olarak şiddete yeniden dönmeyi amaçlayan bir planın parçası olduğunu gösterdi.
İlk saldırılardan birinde, evlerinde uyumakta olan iki polis memuru şehit edildi. On bir gün içinde 16 güvenlik görevlisi PKK tarafından öldürüldü. PKK'nın bu kadar kısa bir sürede uyguladığı şiddetin düzeyi, örgütün silah bırakmayı (çözüm sürecindeki kırmızı çizgilerden biri) aklından bile geçirmediğini gösterdi. Bu, örgütün daha en başından beri silah bırakmanın zamanlamasını ve şeklini ciddiye almadığı anlamına geliyor.
PKK'nın 1990'lı yılların karanlık günlerini neden geri getirmeye çalıştığı sorusuna gelince, bunun çok açık bir cevabı yok. Bazılarına göre bunun nedeni, PKK mensuplarının Türk hükümetinin IŞİD'i yenmek için yeterince çaba göstermediğini düşünmesi. Bu yüzden, Suruç'taki bombalı saldırı meydana gelince PKK güvenlik kuvvetlerine karşı misilleme eylemleri başlattı. Ancak bu tez PKK'nın söylemlerinin sertleşmesinin, neden Ankara'nın IŞİD de dâhil olmak üzere terörizmle mücadelede daha güçlü ve önleyici bir stratejiyi uygulamaya koyduğu dönemde başladığını açıklamıyor. Son iki ayda, IŞİD mensubu olduğundan şüphelenilen kişilere yönelik onlarca operasyon yapıldı ve sınır güvenliğiyle ilgili daha sert tedbirler alındı. Bir diğer tez de, Kürt siyasetinin farklı aktörleri arasındaki güç mücadelesiyle ilintili. Buna göre, HDP'nin ve eşbaşkan Selahattin Demirtaş'ın seçim başarısı ve gittikçe öne çıkması, Kuzey Irak'taki Kandil Dağları'nda bulunan PKK liderlerini kaygılandırdı ve bu güç mücadelesinin sonucu olarak söylemleri sertleşti. Ancak bu tez de çok ikna edici görünmüyor; zira Demirtaş'ın Suruç saldırısı sonrasında yaptığı açıklamalar düşünüldüğünde, HDP liderliğinin siyaseten bağımsız bir çizgi izleyip farklı bir tutum aldığını tasavvur etmek zor. PKK'nın son haftalarda tekrar şiddete yönelmesine dair üçüncü bir tez de yine örgütün gücünü pekiştirmesiyle ilgili. Buna göre, PKK saldırılarının amacı Türk Silahlı Kuvvetleri'nin misilleme yapmaya zorlamak ve yeni bir silahlı çatışma dönemi başlatmak olabilir. PKK böylece, Kürtlerin haklarını alabilmesinin tek yolunun silahlı mücadele olduğunu söyleyerek gücünü artırabilecek. Bu strateji, soruna siyasi bir çözüm bulmak amacıyla mecliste yürütülen görüşmelere ve tartışmalara meydan okumayı hedefliyor.
Tabii tüm bu tezler, şiddetin aniden tırmanmasıyla ilişkili tahminlerden öteye gitmiyor. Asıl gerçek tamamen farklı olabilir. Ama biz çözüm sürecinin kaderiyle ilgili analizimizi eldeki değişkenlerin etkilerine bakarak yapmak durumundayız. Bugün maalesef bölgede şiddet giderek tırmanıyor ve bunun müsebbibi de PKK. Şiddet eylemleri ve PKK'nın gittikçe artan sayıdaki cinayetleri, Türk toplumunun değişik kesimlerinde tepkilere neden oluyor. Baştan beri Türk halkının en az yüzde 70'inin desteğini alan çözüm süreci, bugünlerde daha sık sorgulanır oldu. Bu durum çözüm sürecinin bittiği anlamına mı geliyor?
Çözüm süreci siyasetçilerin ve karar alıcıların inisiyatifiyle başlatılmış olsa da, halk tarafından – özellikle de güneydoğuda yaşayanlarca – kısa sürede sahiplenildi. Sürece, sürecin gidişatına ve müzakerelerin şekline yönelik çeşitli eleştirilere rağmen, bölge halkı özellikle son iki yılda sürece ve sürecin sağladığı emniyet, istikrar ve güvene alışmıştı. Bu memnuniyet nedeniyle, Ekim 2014'te yaşanan ve onlarca kişinin ölümüne yol açan olaylar sonrasında bölge halkı, insanları sokağa çağıran HDP'nin liderliğini ciddi biçimde sorguladı. Bölgede hiç kimse, kavuştuğu istikrarı kaybetmek istemiyor. Bu yüzden, çözüm süreci ne tamamen sona erer ne de rafa kaldırılır. Ama PKK'nın son eylemleri ve silah bırakmama ısrarı sürece geri dönülmesini gerektiriyor. Bu şartlarda, sürecin her aktörüne sorumluluk düşüyor. Fakat en önemli sorumluluk, çözüm sürecindeki duraklamanın uzamasından en çok etkilenecek taraf olan bölge halkına düşüyor. Bölge halkı tekrar istikrara kavuşmak istiyorsa, bazı adımlar atmalı ve şiddete karşı sesini yükseltmeli.