Bu günlerde dünyanın her yerinde, dış politikayla ilgilenenler uluslararası sistemin geleceğiyle ilgili benzer birtakım sorular soruyor. Uzun zamandır mevcut uluslararası düzenin en tanımlayıcı özelliklerinden biri olarak görülen büyük güç davranışı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan sistemin çözülme sürecine girdiğini gösteriyor. Dünyanın yeni bir geçiş dönemine girmekte olduğu konusunda herkes hemfikir. Gittikçe artan krizler ve ülkeler arasındaki gerginlikleri çözüme kavuşturma konusundaki başarısızlık, bu geçiş döneminin ne kadar karmaşık olduğunun işaretleri. Büyük güçler arasındaki gerginliklere ve ihtilaflara baktığımızda, bunların yeni geçiş sürecinin yansımaları olduğunu görüyoruz. Ancak ülkelerin yeni bir uluslararası sistemin tesisi için hazırlık yaptığına dair ufukta hiçbir işaret yok. Uluslararası toplum, gelecek dönemin kuralları, normları, standartları ve kurumlarının neler olabileceğini bilmiyor. Dahası, hiçbir büyük güç veya uluslararası örgüt, yeni düzenin mimarı olmaya veya bu yöndeki çabalara destek vermeye istekli görünmüyor.
Uluslararası sistemin dönüşümüyle ilgili tartışmalar yeni değil. Soğuk Savaşın bitmesinden sonra birçok kişi, uluslararası sistemin idaresi için yeni kurumlar ve kurallar oluşturulması ihtiyacını dile getirdi. Soğuk Savaş dönemine özgü mekanizmaların ve kurumların dünyada yeni ortaya çıkan sorunlara ve tehditlere cevap vermekte yetersiz kaldığı konusunda bir görüş birliği vardı. Ana misyonu barışı ve güvenliği korumak olan BM Güvenlik Konseyi benzeri kurumlar, bazı çatışmalarda çözümden ziyade sorunun bir parçası olmaya başladı. En kanlı ve şiddetli çatışmaların bazılarında, Güvenlik Konseyi insanların ıstırabını dindirmek veya barış ve uzlaşma yoluyla çatışmayı çözmek yerine, büyük güçlerin müdahaleden kaçınma bahanesi ve diplomatik savaş platformu haline geldi.
Fakat son yıllarda, sistem başka sorunlarla da karşılaştı. Bizzat mevcut sistemin kurucusu (ABD), sürekli sistemle ilgili kuşkularını dile getiriyor. "Eski sisteme" yönelik tepkilerden biri de, önceki yazılarımdan birinde değindiğim tek taraflılık politikası. ABD'nin bazı Birleşmiş Milletler kurumlarına karşı gösterdiği tepkiler, NATO ittifakını sorgulaması ve liberal ticaret kurallarını gittikçe daha fazla ihlal etmesi, bu tutuma örnek olarak gösterilebilir. ABD yönetiminin mevcut liberal uluslararası düzene karşı uyguladığı politikaların Amerikan toplumunun çeşitli kesimlerinden destek görmesi, bu dönemin uzun sürebileceğine işaret ediyor. Bazı Batılı ülkelerdeki korumacı, içe kapanmacı ve milliyetçi dalga ve politikacıların kendi çıkarları için bu dalgayı ustaca kullanması, sistemin birkaç yıl içinde eski ayarlarına dönmesini zorlaştırabilir. Gümrük vergilerinden ithalata, dışarıdan tedarik için yararlanılan ülkelerin azarlanmasından dünyanın değişik yerlerindeki insani trajedilere kayıtsız kalınmasına kadar birçok konu, bu yeni tutumun yansımaları. Uluslararası sistemin birlik ruhundan yoksun oluşu, ülkeleri mevcut sistemden sonuna kadar istifade etmeye ve sistemin kimi yönleri aksayınca da hiçbir şeye karışmadan geri çekilmeye yöneltiyor. Bu arada, uluslararası siyasetin diğer büyük oyuncuları küresel sorumlulukları üstlenme konusunda son derece isteksiz görünüyor. Rusya, Çin ve Avrupa Birliği, yeni bir sistem kurmak bir yana, ortaya çıkan boşluğu doldurmak veya uluslararası sistemin aksayan yönlerini onarmak için hiçbir girişimde bulunmuyor. İşte bu büyük güçler, Suriye'deki iç savaşı sona erdirmekte, devasa mülteci krizlerini çözmekte ve Arakan'daki gibi en korkunç zulümleri önlemekte başarısız oldu.
Böylece, oldukça istikrarsız bir geçiş dönemine girmiş olduk. Dönüşümler karmaşık ve istikrarsız süreçlerdir. Ancak mevcut belirsizliklerle birlikte dönüşüm çok daha karmaşık bir hal aldı. Uluslararası sistemde yaşanan kriz ve ticaret savaşları gibi kavramların tekrar ortaya çıkışı gösteriyor ki, dünyanın geri kalanının uluslararası düzenin geleceğini düşünmesinin vakti geldi. Bu kriz dünyanın geri kalanına, geçiş sürecini yönetme ve yeni bir uluslararası düzen için fikirler ve ilkeler geliştirme fırsatı sunabilir. Ülkeler, büyük güçlerin dünyadaki krizlere yönelik tepkisini bekleyip görmeye çalışırken gerginliklerin çözümünü sağlayacak değerli fırsatları kaçırmaktan artık vazgeçmeli. Geçiş döneminin yan etkileri tüm dünyayı etkileyebilir ve istikrarsızlığın artması ülkelere yönelik farklı riskler getirebilir. Başarısız devletler, artan silahlanma yarışı ve adalarla ilgili toprak ihtilafları gibi konuların etkileri daha şimdiden çeşitli bölgelerde kendisini göstermeye başladı. Etkili kurumlardan ve kurallardan yoksun bir dünyada
jeo-ekonomik çekişmelere eşlik eden jeopolitik gerilimler, tüm dünyada yeni felaketlere zemin hazırlayabilir. Diğer ülkelerin bu çerçevedeki girişimleri, devam eden bazı krizlere çözüm getirebilir ve hatta büyük güçleri yeni bir sistemin kurulmasına önayak olmaya yöneltip harekete geçirebilir.