Geçtiğimiz birkaç hafta içinde Türk ve Amerikalı yetkililer arasında kapalı kapılar arkasında neler yaşanmış olabileceğine dair çok sayıda senaryo var. Müzakereler ve pazarlıklar yapıldığı, yanlış anlamalar yaşandığı ve Amerikan tarafının söylemlerinin beklenmedik ve daha önce görülmedik ölçüde sertleştiğine dair söylentiler çıktı. İki ülkenin önde gelen dış politika karar alıcıları dışında hikâyenin tümünü bilen çok az. Şu an tek bildiğimiz, ikili ilişkilerde son yirmi otuz yılın en ciddi krizinin patlak verdiği. Bu krizin bazı yönleri, Türkiye'deki ABD algısı üzerinde geniş kapsamlı etkiler yaratacaktır. ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence'in geçtiğimiz hafta Dışişleri Bakanlığı'ndaki Dini Özgürlükler Konferansı'nın kapanışında yaptığı konuşmada savurduğu tehditler ve Türkiye'nin Adalet ve İçişleri bakanlarına getirilen yaptırımlar, ABD'nin Türkiye'deki imajına damga vuracak.
Fakat önceki yazılarımdan birinde de belirttiğim üzere, krizi kontrol altına almak ve hasarı minimumda tutmak için hâlâ atılabilecek birtakım adımlar var. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ile Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun Singapur'da yaptığı görüşme, iki ülke arasındaki krizi çözmeye yönelik ilk adımlardan biriydi. İki bakan yaptıkları açıklamalarda Türkiye ile ABD arasındaki ittifakın önemini vurgularken, bu krizin ülkeleri arasındaki güvenlik işbirliğini etkilememesi gerektiği yönünde işaretler verdi. Ortadoğu'daki hassas durum ve radikal ideolojiyle hareket eden devlet dışı gruplar gibi yükselen tehditlere karşı uluslararası işbirliği ihtiyacının giderek arttığı dikkate alındığında, dış politika çevreleri ve karar alıcıları bu konular üzerinde ortak çalışma mecburiyeti olduğu konusunda hemfikir.
Ayrıca iki ülkeden çalışma gruplarının yaptıkları görüşmeler sonucunda varılan Menbiç anlaşması, diplomasi kanallarının bu tür krizlerin çözümünde gerçekten de işe yaradığını gösterdi. Şu ana kadar ikili ilişkilerdeki en önemli sorunlardan biri, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerde çok katmanlı bir yapı olmamasıydı. İki ülke arasında yaşanan krizlerde çoğu kez, başkanların müdahalesine ve girişimlerine ihtiyaç duyuluyor. Bu durum, başkanların görüşmeleri sırasında gündeme gelen konu başlıklarının sayısını artırmakla kalmayıp, aynı zamanda diğer ülkelerin pozisyonlarının yanlış anlaşılmasına da sebep oluyor.
Ama tabii, çok katmanlı diplomatik yaklaşımın iki ülke arasında karmaşık veya kafa karıştırıcı mesajlara da yol açmaması gerekiyor. ABD özelinde bakarsak, son birkaç yılda farklı devlet kurumlarından gelen çelişkili açıklamalar ciddi krizlere neden oldu. Türk yetkililer Washington'daki muhataplarından, çok önemli konularda birbirinden farklı sinyaller aldı. Krizlere müdahale edebilecek dış politika aktörlerinin sayısını artırırken, ülkelerin ulusal güvenlikleri ve Türkiye ile ABD arasındaki stratejik ortaklıkla ilgili konularda uyumsuzluk çıkmasını engelleyecek koordinasyon mekanizmaları oluşturmak da önemli. Yaşanan bu son kriz, iki başkent arasında çok daha gelişmiş diplomatik mekanizmalar kurulması ihtiyacını gözler önüne seriyor.
Bu diplomatik mekanizmanın, sorunlara çözüm bulmaya ve dış politika karar alıcılarına daha yaratıcı ve yenilikçi seçenekler sunmaya ilaveten iki ülke kamuoylarını zamanında bilgilendirmesi de gerekiyor. Bazı müzakerelerin belli bir sonuca ulaşması için bir ölçüde gizliliğe ihtiyaç duyulduğu doğrudur. Ancak kamuoyunu iki ülke ilişkilerinin mevcut durumu hakkında bilgilendirmek de önem taşıyor. Kamuoyuna bilgi verilmemesi, ilişkilerin geleceği ile ilgili belirsizlik ve endişe yaratarak spekülasyonların gittikçe çoğalmasına son derece uygun bir zemin hazırlar. Bu da çoğu kez başka krizlere kapı aralar.
Dolayısıyla bu son kriz, ikili ilişkiler üzerindeki olası etkileri açısından ayrıntıyla incelenmesi gereken birçok konuyu gündeme getirdi. Daha etkili işbirliğine yönelik bir yol haritası sunmayıp sadece iki ülke arasındaki stratejik ortaklığa vurgu yapılması yeterli olmaz. Güçlü bir stratejik ortaklık, krizlere dayanıklı güçlü bir diplomatik ilişki gerektirir.