Stefan Zweig, 1927'de yayınlanan "Yıldızın Parladığı Anlar" adlı kitabında tarihin gidişatını çarpıcı biçimde değiştiren dönüm noktası niteliğindeki anların hikâyelerini anlatır. Zweig'a göre sayıları 5 ile 14 arasında (kitabın farklı baskılarında farklı rakamlar verilmiştir) değişen bu tarihsel anlar, sürece dâhil olan kişilerin hayatlarını değiştirmekle kalmayıp ilgili aktörlerin faaliyet sahalarında da tarihin akışını değiştirmiştir.
Mesela İstanbul'un fethi ve Waterloo Savaşı bunlara birer önektir. Tarihçiler söz konusu hikâyelerin tarihsel doğruluğunu sorgulasa da, birçoğu bu olayların insanlık tarihindeki önemli anlar arasında olduğunu kabul eder.
Bu dönüm noktalarının bir örneği de, 15 Temmuz 2016 gecesi Türkiye'de yaşandı. Olayın üzerinden daha bir yıl geçse de, tarih bunu kesinlikle birçok şeyi değiştiren bir an olarak kaydedecektir. O kader gecesinde bir grup asker, hükümeti devirmeye kalkıştı. Bunlar, demokratik yollarla seçilmiş hükümeti devirmek ve sadece kendi amaçlarına hizmet edecek bir rejim kurmak amacıyla uzun zaman önce Türk Silahlı Kuvvetleri'ne sızmış kişilerdi.
Darbeci askerlerin o gece protestoculara yaptığı muamele ve Türk halkına uyguladıkları şiddet, hükümeti devirmeleri halinde ne kadar korkunç bir rejim kurmayı hedeflediklerini gösteriyordu. Bu askerlerin elinde her tür mühimmat, tanklar, F-16 savaş uçakları ve helikopterler vardı. Türk Hava Kuvvetleri'nin kritik önemdeki komuta kontrol birimlerinden bazılarını ele geçirmişlerdi. En çarpıcı gerçek ise şuydu; bu silahları, hizmet etmeye ant içtikleri insanlara karşı kullanmakta kararlıydılar.
Türk halkı bu kritik dönemeçte muazzam bir cesaret ve kahramanlık göstererek, bu silahlara çıplak elleri ve bedenleriyle direndi. Tüm dünya hükümetin devrileceğini düşünür ve darbeciler kolayca iktidarı ele geçirmeyi umarken, Türk halkının beklenmedik, umulmadık ve öngörülmeyen gücü silahların ve tankların karşısına çıkıverdi. Toplumun her kesiminden insan o gece, haklarını, özgürlüklerini ve demokrasiyi savunmak için sokaklara çıktı.
Bir kamyonun direksiyonuna geçerek protestocuları şehir meydanına götüren 50'li yaşlardaki bir kadının yanında, ona yol gösteren yine aynı yaşlarda bir başka kadın vardı. Değişik etnik, dini ve sınıfsal kökenden gelen farklı tahsil düzeyinde ve faklı yaşlarda genç erkekler ve kadınlar, tankların önüne dikiliyor ve bu savaş makinelerinin hareket etmesini engellemek için bedenlerini bir silah gibi kullanarak tankların önüne yatıyordu.
Sokağa çıkanlar arasında profesörler, mühendisler, doktorlar da vardı. Üç çocuk annesi bir kadın, direnişe katılmak için evinden çıkarken arkadaşlarına, evlatlarının geleceğini korumak zorunda olduğunu söylüyordu. Halkı seferber eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, havaalanında halkla birlikte ortaya çıktı. Türk siyasetini yakından tanıyanlara göre, Erdoğan'ın o geceki direnişi, kararlılığı ve adanmışlığı önemli dönüm noktalarından biriydi.
Türkiye'nin her yerinde insanların tankların önüne çıktığı bu gece, tarihte nadir olarak yaşanan o anlardan bir tanesiydi. Her erkek ve kadın gösterici birer tank olmuştu. Türkiye sokaklarındaki herkeste bu kahramanlık, direniş ve azim ruhu vardı. Türk halkının direnişi dünyaya, darbecilerle şiddete başvurmadan mücadele etmenin en iyi örneğini sundu.
O gece korku ve teslimiyetten eser yoktu. Darbe gecesi yaşanan olaylarla ilgili ilginç bir haber videosunda, bir TV kanalının canlı yayınında son durumu bildiren muhabir İstanbul'da göstericilerin darbeciler tarafından vurulma "korkusundan" bahsedince, etraftaki insanlar hemen müdahale ederek bu ifadeyi düzeltmesini istiyor.
Kalabalıktan birisi, "Halk korkmuyor. Yalan söyleme, burada hiç kimse askerler ateş ederken bile korkmuyor" diyor.
Bir diğeri de, tam bir kahramanlık destanı olan Çanakkale Savaşı'na atıfta bulunarak, "Bu, ikinci Çanakkale [savunması]. Ülkemiz bölünmeyecek, İstanbul'u teslim etmeyeceğiz" diyor.
Gerçekten de, bu direniş Çanakkale Savaşı kadar büyük bir kahramanlık örneğiydi. 1915'teki o savaş, vatanı işgal etmeye kalkışan dış düşmanlara karşı verilmişti. Ancak bu kez, ordunun bir kısmının ihaneti söz konusuydu. Halkın yaşadığı hayal kırıklığı ve kafa karışıklığı kısa sürdü. Bu duygular kısa süre içinde yerini dirence ve azme bıraktı. O gece yüzlerce insan şehit olurken, binlercesi de yaralandı. Ama insanlar geri adım atmadı. Türk halkının o geceye ait görüntülerden belli olan şerefi, kahramanlığı ve ruhu, izleyen herkesin tüylerini hâlâ diken diken ediyor.
O kader gecesinin ertesindeki 16 Temmuz sabahı, durum netleşmişti. Darbenin sorumlusu, daha ilk andan itibaren şüphelenildiği gibi ordudaki Fetullahçılardı. Darbe girişiminden bir yıl önce, bu grubu Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) olarak adlandıran savcılar, örgütün milli güvenlik açısından yarattığı tehdide dikkat çekmişti.
Fakat o gece örgütün tehlikeli bir kolu halk tarafından püskürtüldü. Darbe girişimi sonrasında Türkiye'de birçok kişi, uzun bir istikrarsızlık ve şiddet dönemi yaşanacağını düşünüyordu. Oysa bu travmatik olaya rağmen Türk halkı, 16 Temmuz sabahı hayata kaldığı yerden devam etmeye karar verdi. Darbeciler uyguladıkları şiddete rağmen tutuklanıp mahkemeye çıkarıldı. Ekonomide ciddi bir sarsıntı yaşanmadı. Terörle mücadele büyük bir başarıyla sürdürüldü. Türk Silahlı Kuvvetleri, komşu Suriye'de birden fazla terör örgütüne karşı büyük bir harekât düzenledi.
Yabancı dostlarımızın bu sarsıcı olay sırasında destek ve takdirlerini esirgemesi hayal kırıklığı yarattı. Bunların çoğu, Türkiye'nin o gece neler yaşadığını anlayamadı. Ancak bu hayal kırıklığı da fazla uzun sürmedi. Birçok kişinin aklına, saygın film yönetmeni Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes Film Festivali'nde ödül alırken yaptığı konuşmada kullandığı, "Tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkem" ifadesi geldi.
Türk halkı o trajik kader gecesinin birinci yıldönümünde kayıplarını anarken, bir yandan da sivillerin gücünün zaferini ve ihtişamını kutluyor.