ABD geçtiğimiz hafta Mısır’a askeri darbe sonrasında koyduğu silah ambargosunu kaldırdı. Suriye lideri Esad’a yönelik tutumunu değiştiren ABD, bir kez daha kısa dönemli kazanımlar ve çıkarlar uğruna bölgedeki barış olasılığını feda ediyor.
ABD geçtiğimiz hafta, iki yıl önceki askeri darbe sonrasında Mısır'a uyguladığı silah ambargosunu kaldırdı. O dönemde general olan şimdiki Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi liderliğindeki Mısır ordusunun demokratik yollarla seçilmiş hükümeti devirmesinin ve Kahire sokaklarında binlerce göstericinin güvenlik güçleri tarafından korkunç şekilde katledilmesinin ardından, Mısır'a yapılan askeri yardım askıya alınmıştı. Ambargo döneminde kararsız biçimde hareket eden ABD yönetimi, Mısır'daki gelişmelerle ilgili çelişkili mesajlar verdi. Ancak yönetim bu kriz sırasında Mısır'da yaşananları darbe olarak nitelemekten kaçındı. ABD'de birçok kişi bu tutumu, ABD'nin Mısır üzerindeki baskı gücünü koruma isteğiyle açıklamaya çalıştı. Ama son iki yıldır bu baskı gücünün siyasi reformlar, insan hakları alanında iyileştirmeler ve ülkede temel özgürlüklerin tekrar ihdas edilmesi şeklinde fiiliyata döküldüğüne şahit olmadık. Mısır'da katliamlara sahne olan yaz aylarını takiben, ABD yönetiminden bazı yetkililer Mısır'daki siyasi standartlarda herhangi bir iyileşme görülmemesine rağmen askeri darbeyi meşrulaştıran açıklamalar yapmaya başladı. Hatta ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Mısır ordusunun demokrasiyi yeniden kurmaya çalıştığını bile söyledi.
Mısır'daki durum son iki yıldır daha da kötüye gidiyor. Siyasi mahkûmların sayısı hızla artarken, bunların yüzlercesi adil olmayan yargılamalar sonrasında idama mahkûm edildi. Hatta idam mahkûmlarından bazılarının cezası infaz edildi. Medyaya katı bir sansür uygulanırken, birçok muhalif grup yasaklandı veya suçlu muamelesi gördü. Bağımsız gözlemciler geçen yıl yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminin özgür ve adil olmadığını belirtti. Aslında ülkede 2011 yılındaki Tahrir devrimini takiben gerçekleşen "demokratik kırılmanın" ardından, Sisi'yle beraber otoriter rejim sert bir şekilde geri geldi. Bu yeni politika, durumun Mısır'ın geçmiş dönemlerdeki otoriteryanizme geri dönmesiyle sınırlı kalmadığını ve ABD'nin bölgeye yönelik dış politikasının da, radikalizmin yayılmasını önlemek için otoriter rejimleri desteklemek ve özgürlük yerine istikrarı tercih etmek gibi alışıldık çizgisine dönüş yaptığını gösteriyor. ABD eski dışişleri bakanı Condoleezza Rice, bakanlığı sırasında Kahire'de yaptığı bir konuşmada ülkesinin dış politikasındaki bu yanlışı ilk kez kabul etmişti. Rice konuşmasında, Ortadoğu'da istikrar uğruna diktatörleri desteklemenin ne ABD'ye ne de bölgeye fayda getirdiğini söylemişti. Robert Kagan ve Michele Dunne da geçen hafta kaleme aldıkları yazıda, ABD dış politikasındaki bu tekrarlayan hataya dikkat çekti. Kagan ve Dunne şöyle yazdı: "Mısır'da eski politikamıza dönüş yaptık. Bir kez daha Nixon Doktrini'ne sarıldık. Diktatörlüğün istikrar getirdiği ve radikalizme acımasız bir baskıyla karşılık vermek gerektiği yönündeki aynı yanılgıya kapılıyoruz. Geçmişte İran Şahı'nı, Mübarek'i ve diğer Ortadoğu diktatörlerini yücelttiğimiz gibi, şimdi de Sisi'yi yüceltiyoruz. Rejimi çökene kadar o bizim adamımız. Jeopolitik talih kuşu mu dediniz? Aslında bu bir jeopolitik saatli bomba."
ABD Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüsü Bernadette Meehan bu kararın "ABD'nin ulusal çıkarlarına uygun olduğunu" söylese de, ABD'nin bu tür bir politika değişikliğinden ve Ortadoğu'nun en önemli ülkelerinden birindeki otoriter rejimi desteklemekten ne gibi uzun vadeli çıkarlar elde etmeyi planladığı belirsiz. Kimilerine göre bu fikir değişikliği, Mısır'ın Yemen'de Suudi Arabistan liderliğinde ve ABD'nin de katkısıyla yürütülen operasyonu desteklemesiyle ilişkili olduğunu söylüyor. Ama Rusya ve Mısır arasında son zamanlarda yaşanan diplomatik manevralar ve bu politika değişikliği arasında muhtemel bir bağlantı olduğunu düşünenler de var. Başka birçok uzman ise bu değişiklik ile Irak-Şam İslam Devleti'ne (IŞİD) karşı mücadele arasındaki olası bir bağlantıya işaret ediyor. ABD bölgede giderek artan radikalizmi ve IŞİD benzeri grupların faaliyetlerini Sisi'yi destekleyip meşrulaştırarak dizginlemeyi planlıyorsa, bu esasen bir hayal olur. Bu reçete daha önceki dönemlerde, soruna bir çözüm getirmekten ziyade yan etkiler yarattı. ABD yönetimine mensup yetkililerin geçmişte terör odağı olarak niteledikleri Esad'a yönelik tutumunu değiştirmesinin ardından, ABD eğer bölgedeki radikalleşmenin bir diğer kaynağı Sisi'yi radikalleşmenin panzehiri olarak görüyorsa, bu durum sadece günü kurtarmak ve bölgede aynı hataları tekrarlamak anlamına gelir.