Başbakan Erdoğan çok özel bir zaman diliminde Şansölye Merkel'in daveti üzerine Almanya'yı ziyaret etti. Almanya son birkaç yıldır, özellikle Avrupa'da ekonomik krizin etkilerinin iyice hissedildiği zamandan bu yana politik bir dönüşüm geçiriyor. Bu, daha çok merkezinde ekonomik kaygılar olan ama siyasi bir yeniden yapılanma. Ve daha da önemlisi Almanya böyle bir dönüşümü İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa güçler dengesi içerisinde oturduğu yerden kalkarak ilk defa yapıyor. Adeta, 1945'ten sonra ilk defa kendi "Kırmızı Kitap"ını tekrar yazıyor. O yüzden geleceğin dünyasında hem Türkiye'nin AB üyeliği sürecini hem AB'nin genel gidişatı/geleceğini ve Rusya'nın bu güçler dengesi içindeki yerini çok derinden etkileyecek bir süreç tarihin şu kavşağında yapılandırılıyor. Almanya, Avrupa'nın merkezindeki büyük güç olarak bir seçim ile karşı karşıya ve bu gelecek tercihinin projeksiyonlarını oluşturmaya çalışıyor.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye için de fevkalade hayati olan Ukrayna'daki olaylar karşısında Almanya geleneksel siyasetinin dışına çıkarak sert bir şekilde tepki verdi. Böyle yaparak da çok uzun bir zamandan sonra ilk defa bu kadar sert bir şekilde Rusya'ya meydan okumuş oldu. Bu Almanya'nın yavaş yavaş bir tercih noktasına doğru ilerlediğinin şimdiye kadar aldığımız en büyük işaret fişeği. Eğer, Almanya'nın Türkiye'ye ve Türkiye'nin AB üyeliğine bakış açısında önümüzdeki dönemde sürpriz bir dönüşme olursa bu da ikinci en büyük işaret olabilir. Ama bunu söylemek için hala çok erken.
Almanya'nın Türkiye'nin AB üyeliğine olan muhalefeti hiçbir zaman kırılamadı. Ama eğer bu tarihsel dönüşüm sürecinden daha farklı temel stratejik çizgiler oluşturmuş bir Almanya çıkarsa o zaman iş değişebilir. Geçmişte Almanya'nın bu konudaki temel politikası şu minval üzerindeydi: Eğer genç nüfusu ve yükselen ekonomik dinamizmi ile Türkiye AB üyesi olursa birlik içerisinde önemli birçok konuda kendisine geleneksel olarak üyelik desteği sağlayan İngiltere ile ittifak edip Almanya'ya olan muhalefet cephesini genişletebilirdi, Türkiye'nin Ortadoğu ve Balkanlar'da ABD ile olan ilişkileri Türkiye üzerinden birlik içine ABD'nin gücü ve gölgesini daha da fazla hissettirebilir bu ise birliğin içindeki güçler dengesini ve birliğin kaderini Atlantik İttifakı'na (Türkiye-İngiltere-ABD) kaydırabilirdi. Bu durum, ekonomik olarak Avrupa'nın ortasında oturan, Avrupa'nın tartışmasız merkezi ve ekonomik lokomotifi, sağını solunu ihracatı ile besleyen Almanya için kabul edilemezdi. Berlin'den bakınca Ankara göz ardı edilemez, önemli bir aktördü, büyük ve yeni pazarların giriş kapısı idi; mutlaka kontrol altında olmalıydı ama birlik içerisinde olmamalı idi. Bu ihtimal birliğin geleceğini Almanya'nın yönlendirmesinin önüne muhtemel setler çekebilirdi. Her şeyden önce Türkiye'nin üyeliği farklı bir AB farklı bir Balkanlar yaratabilirdi.
Türkiye'nin sadece Avrupa'da değil bütün dünyada en çok ticaret yaptığı ülke Almanya. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 35-40 milyar doları buluyor. Bu rakamın 10 sene 12 milyar dolar olduğu düşünülürse gelişmeler ortaya çıkacaktır. Daha düne kadar dünyanın en çok ihracat yapan ülkesi olan ve son senelerde bunu Çin'e kaptıran Almanya için ihracat merkezli dinamik ekonomi her şeyden daha önemli olan en hayati öncelik. Almanya'da yaşayan Türkler 2010 yılında 3 milyon eşiğini aştı. Bu Türkiye için ciddi bir lobi, Cumhurbaşkanı Gül'ün geçenlerde Büyükelçiler Toplantısı'nda dile getirdiği gibi önemli bir "soft power (yumuşak güç)" olabilir. Ama bu ikili ilişkilerde, Almanya'nın aşırı radikal tutumundan dolayı böyle ilerlemiyor. Mesela 3 milyon Türk, 80 milyonluk Almanya'da değil de 320 milyonluk Amerika'da olsa çok daha fazla ses getirebilir ama Almanya'da öyle olmuyor. Tam tersine ta 1970'lerden bu yana Almanya, Almanya'da yaşan çok farklı etnik-mezhep kökenleri olan Türkleri kullanarak Türkiye'de iç siyasete dahi dolaylı yollarla müdahil olmaya çalışıyor. Konrad Adenauer Vakfı hala gizli kapaklı birçok kirli işin içinde. Türkiye'ye karşı ayrılıkçı bütün etnik-mezhep unsurların Almanya tarafından geçtiğimiz 30 yılda himaye görmüş olması Almanya'nın emperyal ihtiraslarındandır. Bunun uzun vadede Almanya'ya kazandıracakları mutlaka kaybettireceklerinden çok daha azdır.
Almanya tükettiği doğalgazın yaklaşık yüzde 93'ünü ithal ediyor ve en büyük tedarikçisi Rusya. Almanya için Rusya hem 4 bin 600 büyük Alman şirketinin iş yaptığı, ucuz iş gücü olan koca bir sahra hem de büyük bir pazar. Daha da önemlisi Kafkaslar, Hazar-Orta Asya ve İran'a açılabilmek için de iyi bir atlama taşı. Rusya, Almanya'nın en büyük ticaret ortağı. 40-45 milyar Euro'yu bulan bir hacim. Dolayısıyla sermayesiyle Rusya'yı tahakkümü altına almamış "daha büyük bir Almanya" zor doğar. Rusya-Almanya ilişkilerinde enerji Rusya için en büyük kart ama Almanya'nın Rusya'ya akıttığı sermayesi ve teknolojisi uzun vadede daha güçlü bir kart. Putin'in belki de en büyük yanlışı burada yatıyor. Gerçi yolun sonunda Almanya bunları yaparak Rusya'nın yıkılmasını biraz daha geciktirmiş oluyor ama her halükarda dünya barışı için Almanya-Rusya ilişkileri çok kilit.
Lord Ismay'a "NATO'nun kuruluş amacı nedir?" diye sorulduğunda "NATO, SSCB'yi dışarıda, Amerika'yı içerde ve Almanya'yı aşağıda tutmak için var." demişti. Atlantik İttifakı için Avrupa'nın Sovyetler Birliği karşısında siyasi istikrarı ve güvenliği, NATO gibi askeri bir ittifakın AB gibi sosyo-ekonomik bir birlikle taçlandırılması ve Avrupa Refahı'nın Komünizm karşısında yaratılıp Komünizmin ve Doğu Avrupa'daki SSCB'nin Avrupa halkları nezdinde alaşağı edilmesi ile mümkündü. Almanya ekonomisinin dinamik genel yapısı, Alman karakteri ve ruhu bu birliğin lokomotifini yine Almanya yapacaktı ve öyle de oldu. Böylelikle Almanya iki dünya savaşıyla panzerlerini sokamadığı yerlere Alman Mark'ını sokacak, Almanya istediği yere kadar da bu sosyo-ekonomik yapı Almanya'nın çıkarlarına hizmet edecekti. Almanya ancak en başta kendisine ve sonra bütün Avrupa'ya karşılıklı bağımlılık içinde refah getirecek bir ortamda bu hırslarından mahrum ve barışa mecbur edilebilirdi. Avrupa Birliği bunun resmi adı idi. 1950'lerden bugünlere kadar bu böyle olageldi ama bugün hem Almanya hem de AB tarihin çok kritik bir eşiğinden atlıyor.
Son 50 yıllık AB Tarihi Almanya "dur!" demediği için yazıldı. Eğer, gelecekte de Almanya isterse AB her şeye rağmen büyük bir aktör olarak seyrine devam edecektir. Bugün için AB, yaşlanan, dinamizmini kaybetmeye başlamış, gelecekte de böyle olmaya devam edeceği anlaşılan bir diplomatik yapıya dönüşmekte. Merkel'in aklına sorması gerek soru şu: Almanya için yaşlanan ve eski ekonomik dinamizmini kaybeden Türkiyesiz bir AB mi yoksa genç, Batılı birçok araştırma kurumlarınca dahi 2050'de Almanya'dan sonra Avrupa'nın en büyük ikinci ekonomisi olacağı söylenen, hem bir Avrupa hem bir Asya;hem bir Ortadoğu hem bir Akdeniz-Karadeniz ülkesi olan yükselen bir Türkiye mi gelecek adına parlak bir istikbal vaat eder?
Geleceğin Avrupa'sında Almanya'nın Rusya ve Türkiye ile olan ilişkileri, bu ilişkileri götürmek istediği seyir ve bu konudaki vizyonu AB'nin gelecek yüzyılının temel taşlarını ve Almanya'nın üstlenmek isteyeceği küresel misyonunu inşa edecektir.
bahaerbas@fas.harvard.edu