Türkiye'nin ortasında bulunduğu coğrafya, modern dönemin ve klasik imparatorlukların başlangıcından çok daha eskilere dayanır bir şekilde merkez konumunda olmuş ve bugünlere kadar da bu hayati koridor vasfını yitirmemiştir. Modern dönemin başlangıcından bugüne kadar 'Avrasya'nın Merkezi' denilen, bütün büyük güçlerin hayatiyet sahasının merkezi kalmış olan, 19.yüzyılın başlarından 1920'lere kadar Batı'nın, Türk ve Rus İmparatorlukları'na bırakmamak için harpler-darbler edip-ettirdigi, adına "Büyük Oyun" (The Great Game) dediği bütün bir bölgedir. Batı'da Adriyatik Denizi'nden Doğu'da Wakhan Koridoru'na, Kuzey'de Deşt-i Kıpçak'tan güneyde Kızıldeniz'e, eskilerin "eski dünyanın evvel merkezi" dediği yer... Bu kadim merkez bölgeyi çizmek için bir pergelin dünya haritası üzerinde konacağı Türkiye'den daha isabetli bir nokta olamayacaktır. Çünkü bütün havzaların tam ortasında yer alan kadim geçiş noktası Türkiye'dir. Türkiye'nin tabii hayat sahası ve varlığı Türkiye'yi, hem bir Avrupa hem bir Asya; hem bir Balkan hem bir Kafkas; hem bir Ortadoğu hem de bir Akdeniz-Karadeniz ülkesi yapmanın da ötesinde, neresinden bakılırsa bakılsın bütün bu dengelerin ortasında ve mutlaka hepsinin içinde büyük ve derin resmin "jeopolitik kaldıraç"ı tayin etmiştir. Afroavrasya'nın "jeopolitik düğümü" dür Türkiye.
Bu bölge ki; Birleşik Krallığın büyük stratejisti, hem I. hem de II. Dünya Savaşı'nın İngiltere için mecburi olduğunu Londra'daki bütün erkana kabul ettirmiş olan, bir zamanlar London School Of Economics'in iktisatçı rektörü, Churchill'in son nefesine kadar bütün stratejilerini tatbik için çalıştığı, Osmanlı ve Rus İmparatorlukları'nın hayat sahasına konmanın İngiltere'nin hayati ve mecbur çıkarı olduğunu İngiliz İmparatorluk stratejisi haline getiren Mackinder'in Kalpgah'ının tam ortasıdır (Mackinder- The Heartland Teory. "Kim ki Avrupa'nın Doğusu'nu (Doğu Avrupa-Karadeniz-Kafkaslar-Hazar ve Orta Asya) kontrol ederse Kalpgah'ı kontrol eder. Kim ki Kalpgah'ı kontrol ederse Merkezi Dünya Adası'nı kontrol eder. Kim ki Dünya Adası'nı kontrol ederse dünyayı kontrol eder.")
Aynı bölge, şüphesiz ta 1942'den bugünlere kadar Amerika'nın dünya siyasetini çok derinden etkileyip, daha II. Dünya Savaşı esnasında gelecek yüzyıldaki Amerikan Dış Politikası'nı teorize etmiş olan Yale'li Profesör Spykman'ın Kenar Kuşak Teorisi'nin de merkezidir(Rimland). Spykman'a göre "Kim Kenar Kuşağa hâkim olursa Avrasya'ya hakim olur. Kim Avrasya'ya hâkim olursa dünyanın kaderini tayin eder." Spykman'a göre, bu hâkimiyetin Kalpgahı ise Doğu Avrupa'dan başlayıp Balkanlar-Anadolu-Irak-İran-Afganistan üzerinden Altay Dağları'na kadar uzanır ve Türkiye, İç (Kenar) Hilal bölgesinin tam ortasındaki 'kadim merkez'dir. Türkiye, dünya kalesine sahip olmayı arzulayan bir büyük güç için kaleye yapılacak son kuşatma bölgesinin tam ortasındaki stratejik merkez noktadır. Spykman'a göre dünya hâkimiyetinin yolu, Türkiye'nin tam ortasında yer aldığı merkez-kuşatma bölgesine hâkimiyetten geçer.
Türkiye'nin böylesine hassas bir bölgenin merkezinde bulunmasının Türkiye'ye sunacağı çok büyük tarihi fırsatlar olduğu ve olabileceği gibi unutmamak gerekir ki aynı hassas jeopolitik durum eğer derin bir denge siyaseti ile idare edilemezse çok büyük felaket ve yıkımları da beraberinde getirebilir. "Ekonomik, politik ve askeri durumlarda, hadiselere gerektiği şekilde mukabele edememiş ve sistemin devamını sağlayacak hayati enstrümanları bir arada tutamamış olan güçler, tarih sahnesinden mutlak tasfiye olmuşlardır. Büyük güçlerin yükselişleri ve çöküşlerinin tarihi ancak ve yalnız fakat her zaman bu muhteviyatı ve mukadder usulü takip ve ikrar etmiştir." Unutmamak gerekir ki ta Ortaçağ'ın başlarından II.Dünya Savaşı öncesine kadar Harp Tarihi'nin en büyük harp ve yıkımları bu bölgede yaşanmış, çağlar burada açılıp yine burada kapanmıştır.
Süpergüçler ve daha sonra mutlaka bölgesel güçler için hayat sahasının korunması ve varlığın üstün güçle idamesi bazı esas unsurlarla kaimdir. Türkiye'nin böyle hassas bir bölgede jeopolitiğin kendisine kattığı zenginlikleri daha yüksek bir uluslararası statüye taşıması için 21. yüzyıl'da sahiplik etmesi gerekecek, olmazsa olmaz hayati hususlar vardır. Bunların başında, şüphesiz üstün askeri teknoloji-kapasite ile enerji kaynaklarının temini ve kontrolü gelir.
Askeri teknolojisini kendi kontrolünde hem koruyucu hem de caydırıcı noktaya getiremeyecek ve bunu yakın hinterlandına ihraç edemeyecek bir güç, bir çok noktada sınırlı ve büyük güçlere bağımlı kalmaya mahkumdur. Teknolojik olarak savunma sanayini tam bağımsız dizayn edememiş ve kendi enerjipolitiğini bağımsız bir şekilde kuramamış güçler, geleceğin dünyasında 'kategoride kalanlar' safından sıyrılıp çıkamayacak, kendi ülkesi ve etrafındaki coğrafya ile ilgili derin ajandası olan büyük güçlerin bölgesel piyonları olarak kalacaklardır. Azami ölçüde bağımsız ve milli olmayan bir savunma sanayinin kendi askeri gücünü ne modernize etmesi ne de jeopolitik hinterlandına ihraç etmesi mümkün olamaz. Son tahlilde küresel olarak savunma sanayine hakim olan ülkeler çağın şartlarının üzerindeki yeni teknolojiyi kendi ulusal çıkarları doğrultusunda kullanacak, ihracı her zaman tahditli ve ancak yeni bir teknolojik üstünlük ortaya çıkarıldığı takdirde mümkün olacaktır. Stratejik birçok noktada en üstün olan teknoloji satılık değildir.
Askeri gücün salt kurumsal derinlik/kabiliyet ve konvansiyonel kapasite ile tespitinin geleceğin dünyasındaki yeri, bugünlerle mukayese edilemeyecek kadar az olacaktır. Hülasa, 20 yıl sonra TSK'nın bugün 700 bini aşan mevcudunun manası, yani Balkanlar-Kafkaslar ve bütün Ortadoğu'nun en kalabalık ordusu olmasının cari getirisi, Türkiye'nin Savunma Sanayii'nde teknoloji üreten ve bunu hinterlandına ihraç edebilen büyük bir güç olmasının karşısında sönük kalacaktır. Gelecekte bu durum, ulusun karşı karşıya olması muhtemel tehdit ve tehlikelerin devletin dış politika ajandasındaki yeri ile askeri gücün caydırıcılığı arasındaki hassas makası daha da daraltacaktır.
Türkiye gibi böylesine hassas bir bölgenin geleceği üzerinde, askeri güç-enerji bağımsızlığı ve kontrolü gibi yaşamsal unsurların devletin derin aklının, taktikten stratejiye dönüşmesindeki hayati konumu artarak kaim olacaktır. 'Bölgesel büyük güç' olmak sıfatı, zamana, mekana ve dünya sahnesindeki muhataplarına karşı her ne kadar izafilik arz eden bir tanımlama olsa da askeri gücü-teknolojisi ve kapasitesi, enerji bağımsızlığı, enerji kaynakları ve yolları üzerinde coğrafi ve siyasi tahdit gücüne sahip olmak, hem yakın hinterlandında hem de dünya siyasetinde bütün güç odaklarının hesabını her zaman daha fazla yapacağı bir oyun kurmak demektir.