Almanya ile Türkiye arasında çok karmaşık, çok düzlemli, rahatlıkla çok geniş alanlarda birçok farklı aktör/aktörleri de etkileyebilecek potansiyele sahip bir ilişki ağı var. Bu, tarafları birçok zamanlar teenni ile davranmaya zorlayabiliyor özellikle de Türkiye açısından. Almanya-Türkiye ilişkilerinin hem ekonomik hem uluslararası politik açısından önemi, Avrupa'nın değişen ittifaklar sistemine rağmen hep önemli kalageldi. 2002'de Türkiye-Almanya arasındaki toplam ticaret hacminin 12 milyar dolardan, 10 yıl sonra bugün 2012'de 40 milyar dolara varmış olması başlı başına önemli. Almanya, Türkiye'nin dünyada en çok ticaret yaptığı ülkeler sıralamasında uzun yıllardır sahip olduğu birincilik konumunu hala devam ettiriyor. Fakat daha da önemlisi Türkiye'nin AB ile olan ilişkilerinin, bugün cari olarak birçok konuda Türk-Alman İlişkileri'nden şu veya bu şekilde açıktan etkileniyor hatta bazı noktalarda direkt olarak şekilleniyor olması. Almanya'nın Türkiye ile ilgili uzun vadeli plan ve stratejileri sadece Türkiye'nin dış politikası ile de sınırlı değil.
2010 yılında Wiesbaden Federal İstatistik Bürosu, Almanya'da yaşayan Türklerin sayısının ilk kez 3 milyona eriştiğini açıklamıştı. "Dış Türkler Meselesi" Türkiye'nin bir yerde elindeki çok önemli bir "Soft Power" iken öte yandan Almanya'da yaşayan Türklerin aşırı heterojen yapısı da Almanya'ya bu çok farklı etnik-mezhep unsurları kullanarak Türkiye'de iç siyaseti dahi etkileme imkanı tanıyor. Almanya, 1980'lerin başından bu yana artan bir şekilde Türkiye'de iç siyaseti etkileme adına gizli-açık lobicilik faaliyetleri yürütüyor. Tabii PKK'nın sahnedeki yerini aldığı günlerden bu yana daha farklı bir düzlemde... Türkiye'ye karşı ayrılıkçı bütün etnik-mezhep unsurların Almanya tarafından geçtiğimiz 30 yıldır güçlü bir şekilde himaye görmüş olması Almanya'nın emperyal politikalarının bir sonucudur ama aynı zamanda Almanya'daki Türk varlığının heterojen yapısının da bir karinesidir.
Türkiye-AB ilişkilerinde Almanya-Fransa Bloğu'nun Türkiye'nin üyeliğine olan muhalefeti hiçbir zaman kırılamadı. Buna mukabil geleneksel olarak da İngiltere her zaman Türkiye'nin üyeliğini açıktan destekledi. Bu durum Almanya açısından zamanla şöyle bir ezber oluşturdu: Almanya, eğer ekonomik-nüfus dinamizmi ile Türkiye'nin AB üyesi olacak olursa, birlik içerisinde farklı ve birçok temel hususta Almanya karşısında bir bloğu temsil eden İngiltere ile ittifak edip, birlik içerisinde Almanya aleyhine güç dengelerinin değişmesine sebep olacağını düşünüyordu. Bir yerde Almanya açısından Türkiye hem çok önemli ve göz ardı edilemez bir güç merkezi idi diğer yandan da aynı Türkiye, AB'nin içinde ABD'nin müttefiki olan İngiltere ile -ve tabii ki daha da fazla ABD ile- yakın ilişkiler içerisinde idi. Türkiye'nin olası üyeliği Almanya karşısında birlik içinde Atlantik Bloğu'nun güçlenip birliği Almanya karşısında yönlendirmesini beraberinde getirebiliridi. Bu ise birliğin ekonomik lokomotifi olan Berlin açısından tabiidir ki kabul edilemezdi. Bu şekilde oluşacak olası bir ittifak silsilesi birlik içinde hem politik-stratejik olarak hem de ekonomik olarak Almanya'nın karşısına zor durumlar çıkarabilirdi. Her şeyden evvel olası senaryo (Türkiye'nin AB üyeliğine kabulü) Almanya'nın hem Rusya ve Amerika ile ilişkileri hem Balkanlar'a bakış açısı hem de birlik içerisinde Almanya-Fransa ittifakı açısından çok hayati yenilikler-farklılıklar getirebilirdi. Bu Almanya açısından göze alınabilecek bir risk değildi. Zira unutmamak gerekir ki AB'nin varlığının esas nedeni olan Almanya, birliğin hem ekonomik olarak lokomotifi hem de aynı seviyede birlik politikaları ile ilgili en radikal üyesi. Nitekim 2008 yılında dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy tarafından ortaya atılan ve Türkiye'yi de yakından ilgilendiren Akdeniz Birliği Projesi'ne başlangıçta en tehditkâr muhalefet Almanya'dan gelmişti.
NATO'nun ilk Genel Sekreteri Lord Ismay, NATO'nun kuruluş felsefesi ile ilgili şöyle çarpıcı bir itirafta bulunmuştu: "NATO, SSCB'yi dışarda, Amerika'yı içerde ve Almanya'yı aşağıda tutmak için var." Batı İttifakı için Avrupa'nın Sovyetler Birliği karşısında siyasi istikrari ve güvenliği, NATO gibi askeri bir ittifakın AB gibi sosyo-ekonomik bir birlikle taçlandırılması ve Avrupa Refahı'nın Komünizm karşısında yaratılıp Komünizmin-SSCB'nin Avrupalı halklar nezdinde akim edilmesi ile mümkündü. Almanya ekonomisinin dinamik genel yapısı, Alman karakteri ve ruhu bu birliğin lokomotifini yine Almanya yapacaktı ve öyle de oldu. Böylelikle Almanya, panzerleri sokamadığı yere Alman markı'nı sokacak, Almanya istediği yere kadar da bu sosyo-ekonomik yapı Almanya'nın çıkarlarına hizmet edecekti diğer yandan da iki defa dünya savaşına kabına sığmayan Almanya'nın sebeb olduğu Avrupa, Almanya ile beraber bütün taraflara refah getirecek bir ortama, barışa, mahkum edilecekti. 1950'lerden bugünlere kadar bu böyle olageldi ama bugün hem Almanya hem de AB tarihin çok kritik bir eşiğinden atlıyor. Bundan sonrası için Almanya'nın Rusya ve Avrupa ile ilişkileri Avrupa'nın geleceğini tayin edecek en büyük etken olacak.
Gelinen noktada AB'nin gelecekte dünya sahnesinde eski haşmetli zamanlarını yaşayacağına dair çok az belirti var. İhtimal AB, Brüksel'de meskun bir kordiplomat kurumu, daha düşük profilli bir kıtasal organizasyon olarak hayatiyetini sürdürecektir. Bunun kendi muhasebesinde mizanını en çok yazan-çizen Almanya da dahil olmak üzere, hiç kimse AB'yi tarih sahnesinden tasfiye eden "Siyasi Katil" olarak tarihe geçmek istemeyecektir. Yaşlanan ve eski ekonomik dinamizmini kaybeden bir AB mi yoksa genç, Batılı birçok araştırma kurumlarınca 2050'de Avrupa'nın en büyük 2. ekonomisi olacağı söylenen, yükselen bir Türkiye mi gelecek adına parlak bir istikbal vaad eder sorusunun cevabı ise Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğini tayin edecek. Almanya, kendi ekonomik gücünü daha etkin kullanabilmek, bu gücün yaratacağı siyasi avantajları daha bağımsız değerlendirmek, hem yeni pazarlara hem de enerji kaynaklarına ulaşabilmek adına iki ülkeyi hayati görüyor: Rusya ve Türkiye.
Şansölye Merkel'in Başbakan Erdoğan'a "THY'yi Lufthansa ile ortak yapalım" teklifi bu aklın ürünü ve yeni bir stratejinin başlangıcıdır. Almanya'nın geçtiğimiz 15 yılda Rusya'da oluşturmaya başladığı ekonomik modeli(4500 Alman şirketi Rusya'da faaliyet gösteriyor) Türkiye'de de devreye sokmak isteği...
Almanya'nın Rusya üzerinde kuracağı ekonomik hakimiyetini uzun vadede Rusya üzerinden Orta Asya-Hazar ve İran'ı etki sahasına sokmak, enerji kaynkalarını çeşitlendirip Rusya'ya bu konudaki bağımlılığını azaltmak, yeni pazarlar yaratmak, Türkiye üzerinde kurması muhtemel ekonomik üstünlüğü ile de Türkiye üzerinden bütün Ortadoğu ve Doğu Akdeniz'e açılmak gibi bir strateji güdüyor olması Almanya'nın derin aklıdır.
Eğer Almanya önümüzdeki dönemde, Rusya'da geçtiğimiz süreçte oluşturmaya başladığı modeli Türkiye'de de kademeli olarak devreye sokmak, yani Rusya'yı olduğu gibi Türkiye'yi de ekonomik olarak kuşatmak gibi bir siyasete yöneliyorsa Merkel'in THY-Lufthanse ortaklığı teklifi işin sadece başlangıcı olacaktır. Önümüzdeki dönemde Alman yatırımlarının Türkiye'de artması, PKK ile ilgili Türk-Alman işbirliğinin genişletilmesi umulabilir
Ayrıca belirtmek de fayda var ki, Almanya hiçbir zaman Türk eğitim kurumlarının, Alman eğitim kurumlarının Türkiye'de yaptığı türden, Almanya'ya yerleşmesine müsaade etmeyecektir.
baha_erbas@hotmail.com