Son zamanlarda artan terör olayları ve Türkiye'nin birçok farklı bölgesinden şehit cenazelerinde yükselen feryatlar şüphesiz hepimizin yüreklerini dağladı. Türkiye'nin içinde bulunduğu atmosfer ve kamuoyunun gözü bir anda, yanı başımızda Suriye'de süre gelen katliamdan Güneydoğu'ya çevrilmiş oldu. Maalesef acı ve bir o kadar da işi içinden çıkılamaz kılan, PKK'nın kamuoyuna yansıyan genel hali ile perde arkasında esasa tekabül eden derin ve kirli bağların birbirinden fersah fersah uzak ve farklı oluşu. Zira Arap Baharı ile hızla dönüşmeye başlayan Ortadoğu'daki genel manzaranın bugün ulaştığı nokta, bizleri PKK'nın bu genel çerçeve içerisindeki yerini tayine zorluyor. Bugün PKK, tarihinde her zaman olduğundan çok daha fazla Ortadoğu denkleminin bir unsuru haline getirildi.
İlk olarak şunu belirtmekte fayda var ki; Türkiye'nin 1980 ve 90'lar boyunca terörle mücadeledeki en büyük hatası, PKK'yı büyük güçlerin dizayn etmeye çalıştığı Ortadoğu denkleminin içinde, o büyük resmin bir parçası olarak görmemekteki ısrarıdır. Maalesef o gün de bugün de Ortadoğu gibi çok kırılgan bir bölgede değişen birçok taraf-unsur ve dengeye rağmen değişmeyen en temel şey budur. PKK, Türkiye'nin Ortadoğu'daki varlıklar-yükümlülükler hanesinden doğar. Değişen birçok taraf ve unsura rağmen demekten kasıt, konjonktürsel olarak PKK'yı dün ABD, Rusya veya hepsinden daha fazla Almanya destekleyebilmişken bugün İsrail, Suriye ya da İran'ın destekleyebiliyor olmasıdır. Bu durumun ortaya çıkardığı tabii sonuç: Türkiye, PKK ile mücadele ederken cephe gerisinde birkaç ülke ile birden mücadele etmektedir olur.
PKK'nın farklı konjonktürlerde farklı aktörlerin güdümü altında bulunması, örgütün tabii olarak Türkiye'de PKK'yı destekleyen başta BDP ve kamuoyunda konuşulduğu gibi belirli çizgi ve hedeflerle hareket etmediğini, sadece büyük güçlerin Türkiye ile ilgili hesaplarının tabii bir piyonu olduğunu gösterir. Ama son tahlilde şunu akıldan çıkarmamak gerekir ki eğer bir terör örgütü, faaliyetlerine devam etmekte kararlı ise, ne kadar büyük askeri-ekonomik güç olursanız olun bunu engelleyemezsiniz. Esas olan terör aracılığı ile kimin hangi noktada nasıl bir hedefe varmak istediğini iyi görmek, oyunun kurallarını o gerçekçilik zemini üzerine inşa etmektir ki bu siyasi akıl terör faaliyetlerini minimize edebilir, tek başına sonlandıramaz. Zira 20. yüzyıl bunun örnekleri ile doludur. İngiliz İmparatorluğu, gücünün ihtişamında olduğu vakitlerde IRA'yı ne kadar engelleyebilmiştir? İngiliz İstihbarat Servisi'nin yeni açıkladığı belgelerde Thatcher'in dahi IRA ile pazarlık yaptığı ortaya çıktı.
PKK terör örgütünü farklı kılan nokta, PKK'nın büyük bir narko-terör örgütü olmasındadır. Yani PKK, uyuşturucu işinden milyarlarca dolar para kazanmakta olan büyük bir narko-holdingdir. Daha doğrusu, PKK bu kanaldan beslenmekte-nemalanmakta, belki de hayatında hiç Kandil'e ya da Güneydoğu'ya gelmemiş olan Avrupa'daki uyuşturucu baronları ve PKK'nın tepe yöneticileri de milyarlarca dolar kazanmaktadır. PKK'nın böylesine kirli bir sarmal içerisinde uyuşturucu taşeronluğu yapıyor olması, PKK'yı kullanan ekonomik-istihbari güç odakları için PKK'nın varlığını bir hayat memat meselesi haline getirmekte böyle olunca da Türkiye tabii olarak birçok cephede birçok aktörle uğraşmaktadır.
PJAK ortadan kayboldu!
PKK'nın siyasi-politik, ekonomik ve güvenlik boyutunda birçok farklı denge ve aktörün içinde bulunduğu kirli büyük bir oyunun sahnedeki basit bir piyonu olduğunu, şartlar ve dengelerin genel gidişatına göre, bazen aynı bazen farklı zamanlarda birçok servis ve devlet tarafından yönlendirilen-kullanılan bir maşa olduğunu PKK'nın 1984'ten bu yana ki tarihi ayan beyan izah eder. Zira bu işlerin pazarlığın ucunda olduğunu da geçtiğimiz bir yıl içerisinde İran'ın yaşadıkları gösterdi. PKK'nın İran kolu olduğu söylenen PJAK, Ağustos 2011'de İran sınırında bazı operasyonlar yaptı. Daha sonra PKK lider kadrosundan Murat Karayılan'ın İran güçlerince ele geçirildiği ve salıverildiği haberleri kamuoyuna yansıdı. Bu olayın hemen ardından PJAK bitti, tarihe karıştı ki o günden sonra İran'a karşı ne en ufak bir operasyonunu duyduk ne de şu an varlığından haberdarız! Bu hadise tek başına, PKK'nın kendi iradesinde bir terör örgütü olmadığını göstermesi bakımından ziyadesiyle kâfidir.
Hadiseyi Türkiye açısından daha da hassas kılan, zamanla iç ve dış birçok mihrakın etkisi ile Kürt Sorunu, Güney ve Doğu Anadolu'nun Kalkınma Meselesi ve PKK terör örgütünün varlığını birbirinin neden ve sonucu haline getirilip, PKK'ya meşru bir zemin yaratmak isteyen güç odaklarının yol almış olmasıdır. Buna bir de Ortadoğu'daki kaygan zeminde duran kirli ağlar girdiği zaman koca bir denklem oluşuyor. Böyle bir denklem karşısında da narkotikten, iç politikaya, dış politikadan bölgesel rekabete ve ekonomik-askeri güce kadar çok boyutlu bir ortamın içersinde buluyor Türkiye kendisini.
Genel manzarayı "PKK=Kürt Sorunu" ya da "PKK, Kürt Sorunu'nun bir sonucudur" babında okumak dürüst bir yaklaşım değil. Evet! Türkiye'nin bir Kürt Sorunu vardır ve bu sorun Osmanlı Devleti'nin tarih sahnesinden tasfiye sürecinde, Ortadoğu'daki petrolün (en özelde Irak) dönemin süper gücü İngiltere'nin uhdesinde kalması ve yeni doğan Türkiye'nin tekrar eski hinterlandına dönmesinin önünde engeller yaratılması için bizzat İngiltere tarafından o gün projelendirilmiş-yaratılmış ve Türkiye'ye karşı kullanılmış 2 büyük stratejik kozdan biridir. O günden bugüne Ankara'nın yaptığı hataların ya da tehlikeyi görmezden gelmesinin hadisenin bu noktaya gelmesinde ne kadar menfi etkisi olduğu başka bir tartışma konusudur ve tek başına meseleyi açıklamaz! Eğer PKK, iç etkenlerden (Kürt Sorunu) doğan bir süreç olsa idi son yıllarda yapılan reformların, eli silahlı teröristi çoktan dağdan indirmiş olması gerekirdi. (Önce, AB Kopenhag Kriterleri vesilesi ile OHAL kaldırıldı, Kürtçe radyo-televizyon ve öğrenim yasal hale getirildi. Cezaevlerinde Kürtçe yasağı kaldırıldı. Seçim döneminde yazılı-sözlü Kürtçe seçim propagandası serbest bırakıldı. TRT Kürtçe yayın hayatına başladı. Birkaç yıl sonra, 24 saat Kürtçe yayın yapan TRT 6 kuruldu(Ocak 2009) vs...). Abdullah Öcalan'ın yakalandığı Şubat 1999'dan Haziran 2004'e kadar geçen 4-5 yıl boyunca PKK neden varlık göstermedi de bir anda ABD'nin Irak'ı işgali sonrasında tekrar ortaya çıktı sorusunun cevabı Türkiye'nin iç meselesi olamayacak kadar büyük bir dış meseledir. Ya da "Hafız Esed, yıllarca PKK'ya yardım etti. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye, Suriye ile iyi ilişkiler tesis etti ve PKK, o dönemde Suriye'den destek görmedi fakat bugün PKK, Suriye-İran ikilisinden neden büyük destek görüyor" sorusunun cevabı Türkiye'nin dış politikasının veya Türkiye'nin Ortadoğu'daki hayat sahasının hangi güçleri ne hususta rahatsız ettiğinin sonucudur. Kimi BDP avenesinin seslendirdiği gibi "PKK'nın mazlum olan Kürt halkının kavgasını verdiğinin" sonucu değildir.
Bu arada PKK'nın son saldırılarında ilk defa kullandığı bazı teknolojinin de İran ve Suriye'nin elinde kesinlikle olmayan ekipman ve teknolojik imkanlar olduğunu, bu imkanların dünyada sadece ABD, İngiltere, Almanya, Rusya, Fransa ve İsrail'in elinde olan ayrıcalıklar olduğunu belirtmekte de fayda var. Buradan İran ve Suriye'nin, PKK'yı desteklemedikleri gibi bir sonuç çıkmasın. Zira Tahran'daki devlet aklı hangi rejim iktidarda olursa olsun her zaman bölücülükten ve kandan medet ummuştur. Ta 1960'ların başında, daha ajandasında dahi yokken CIA'i kolundan tutup da K.Irak'a götüren, Molla Mustafa Barzani'yi alıp da Washington'a getiren ve bütün bunları sadece güçlü ve merkezi otoriteye sahip Irak gibi bir düşmanı ortadan kaldırmak için yapan İran'dan başkası değildir. İran Şahı'nın bizzat hem Başkan Nixon'dan hem de Başkan Ford'dan 1974-1975'te Barzani için yardım istediğini, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'dan dinledik! Dolayısıyla dün Irak'ı kendi hayat sahasında bir tehdit olarak görüp, Barzani'yi silahlandırıp Bağdat'ın üstüne salan İran bugün de kolaylıkla PKK'ya yardım edebilir. Fakat Türkiye, belli yollarla kendisinin İran için bir tehdit olmadığına Tahran'ı ikna edebilir. Bugün rejim yanlıları ile karşıtlarının hemen hemen başa baş geldiği, nüfusunun çok büyük bir bölümü Azeri ve Türkmen olan, dünyaya birçok penceresi kapanmış bir İran...
Derin akıl, PKK ile sadece güvenlik boyutunda mücadele etmek değil; PKK kullanılarak varılmak istenilen hedefin ne olduğunun, bunun hangi güçlerin hedef ve hayat sahasına girdiğinin, o güçlerin o sahada Türkiye'nin varlığından duydukları kaygının veya gördükleri zararın ne olduğunun, Türkiye'nin bu oyunda bir sonraki hamlesinin o güçleri bu hedeften nasıl caydıracağının hesap edilmesidir.
baha.erbas@usasabah.com