Başbakan Erdoğan çok kritik bir zamanda Moskova'ya önemli bir ziyarette bulundu. Putin-Erdoğan Zirvesi'nin sonuçları, Şam'da Baas yönetiminin zirvesine yapılan saldırıyla beraber Suriye'de krizin yeni bir boyuta girmesi ile daha da önemli hale geldi. Zirve, Suriye konusunda iki ülkenin görüş farklılıklarını gidermek ana temasında fakat sadece Suriye ile sınırlı kalmayacak çok geniş bir düzlemde gerçekleşti.
Aslında büyük resimde Türkiye-Rusya ilişkilerindeki önemli satırbaşları hem Türkiye'yi hem de bazı noktalarda Rusya'yı aşan boyutlar içerdiğinden dolayı çok daha zor ve karmaşık. İşe önce Rusya cephesinden baktığımızda, stratejik açıdan Rusya'nın hayatı gördüğü noktalar Soğuk Savaş bitmiş olmasına rağmen hala Türkiye'nin etrafında. Suriye-G.Kıbrıs Rum Kesimi ve Doğu Akdeniz'de enerji kaynakları ve enerji yollarının denetimi Rusya'nın hiç bir zaman vazgeçmek istemeyeceği stratejik koz ve hedefleri.
Son zamanlarda Doğu Akdeniz'de çok ciddi bir askeri yığılma var aynı durum Basra Körfezi'nde de dikkat çekiyor. Doğu Akdeniz'de son birkaç haftadır yaşananlar büyük resmin çarpıcı yanını bizlere gösteriyor.
Önce NATO bünyesinde Türkiye-Almanya-Fransa askeri tatbikat gerçekleştirdi ardında Suriye başka bir tatbikatla buna misillemede bulundu. Belki daha da önemlisi bunun hemen ardından Rusya, Karadeniz-Ukrayna'daki Akyar Üssü'nden (11 Temmuz günü Rus Donanması'ndan gönderilen 2 büyük savaş gemisi İstanbul Boğazı'nı aşıp Suriye-Tartus'daki Rus askeri Üssü'ne yol aldılar.) ve Baltık Denizi'nde Kaliningrad'daki askeri üssünden Doğu Akdeniz'e 11 büyük savaş gemisi gönderdi (1 büyük muhrip, 5 amfibi komuta gemisi, 2 büyük devriye firkateyni, 2 büyük kurtarma gemisi ve 1 büyük tank). Gemiler hala Suriye Tartus'daki Rus Askeri Üssü açıklarındalar. Bütün bunlar yaşanırken İsrail ve İngiltere de askeri tatbikatlar yaptılar. Doğu Akdeniz'de büyük bir saflaşma yaşanıyor; taraflar askeri olarak büyük bir silahlanma ve rekabet içerisinde görünüyorlar. Bu doğrultuda İsrail Parlamentosu bir müddet evvel aldığı kararla önümüzdeki yıldan itibaren Doğu Akdeniz'de çok daha fazla askeri güç bulunduracak.
Doğu Akdeniz'de son bir yıldır yaşananlar aslında sadece Türkiye-Rusya-İsrail üçgeninde olan şeyler değil. Varlığı henüz ispatlanan Doğu Akdeniz'in altındaki büyük doğalgaz ve petrol yatakları önümüzdeki dönemde Doğu Akdeniz'i Basra Körfezi kadar petropolitik açısından hayati duruma getirecek görünüyor; bunun farkındalığı ile hareket eden taraflar şimdiden bu pastadan en fazla payı almanın derdi ile hareket ediyorlar. Bu noktada Suriye'yi gelecekte belki daha da önemli kılacak olan durum yeni keşfedilen doğalgaz yataklarının Suriye ve Lübnan'ın Akdeniz şeridinde de bulunuyor olması. Suriye'nin bölünme ihtimali karşısında Suriye'nin Akdeniz sahillerine hâkim Lazkiye merkezli Alevi Devleti senaryosu ise burada devreye giriyor ki bu noktada Lübnan'daki Şii ahalinin varlığı da kesinlikle göz ardı edilmesin.
Petrol-doğalgaz ya da diğer adı ile ABD-Rusya çekişme ve rekabeti de böylelikle bütün bu bölgeyi etkisi altına alıyor. Türkiye ise tam ortada duruyor. İsrail ve G.Kıbrıs Rum Kesimi ilan ettikleri ortak ekonomik alanda şimdiden doğalgaz- petrol arama ve çalışmalarına başlamış bulunuyorlar nitekim bu doğrultuda geçtiğimiz günlerde İsrail Başbakanı Netanyahu Rum Kesimi'ni ziyaret etti. Rusya ise G.Kıbrıs üzerindeki sarsılmaz hâkimiyeti ve Suriye'deki varlığı ile bu bölgede kendini gösteriyor. ABD karşısındaki pazarlık gücünü böylelikle artırmayı hedefliyor. Doğu Akdeniz'de Kıbrıs Adası'nın hayati öneminin farkında olan Rum Kesimi, jeopolitik konumunu büyük güçler arasındaki rekabetten yararlanıp kullanıyor. Bugünlerde Yunanistan gibi iflasın eşiğine dayanan Rum Kesimi, geçen yıl Rusya'dan aldığı borçlara bugünlerde yeni borçlar eklemek gayretiyle Moskova'nın kapısını çalmış bulunuyor. Zira Rum Kesimi'nin GSMH'sının 7-8 katı kadar borcu olduğu ifade ediliyor. Rusya ise adanın Doğu Akdeniz ve enerji yollarındaki konumundan dolayı (Baltık ve Karadeniz'den kalkan 11 Rus Savaş gemisi G.Kıbrıs'ta durup yakıt ikmali yaptılar) ve Rus ekonomisi için öneminden dolayı Rum Kesimi'ni şimdiye kadar hiç geri çevirmedi. Zira dünyadaki toplam Rus dış yatırımlarının yüzde 20'sinin G.Kıbrıs Rum Kesimi'nde olduğu söyleniyor. Zira AB dönem başkanlığını devralan Rum Kesimi'nin ilerde Türkiye ile yaşayacağı olası bir krizde, Suriye'de olduğu gibi Türkiye, AB'den önce Moskova ile pazarlık masasına oturmak zorunda kalabilir.
Bu çerçevede Rusya bölgenin diğer ülkeleri ile de ilişkilerini geliştirmenin peşinde. Putin'in son İsrail ziyareti ve ziyaret sonrasında Suriye'ye S-300 füzelerini Rusya'nın satmayacağının açıklanması Esed sonrası zeminin kodları olsa gerek. Rusya'nın Suriye'deki askeri haklarının ve politik gücünün korunması şartıyla Batı ile Esed'in devrilmesi konusunda anlaşması mümkün görünüyor zira Putin'in dün açıkladığı Suriye haritası da buna işaret ediyor. Suriye'nin bölünme ihtimalinin yüksek göründüğü bir ortamda başta İngiltere ve Amerikan kamuoyunda konuşulan Lazkiye merkezli bir Alevi Devleti formülü uzun vadede Amerikan çıkarlarına ne kadar hizmet eder bilinmez ama Şiiler ile başından bu yana iyi ilişkileri olan Rusya'nın işine gelebilir. Bu noktada ise Türkiye bir tercihte bulunmak zorunda kalabilir. Zira Suriye'nin olası bölünmesinin bir Alevi Devleti doğurması ve bu unsurların Lübnan'daki Şii ahali ile ve-veya İran ile beraber hareket etmesi bölgenin geleceğine yeni 'tahditler' koyabilir.
Suriye'nin kuzeyindeki Kürtlerin Barzani tarafından desteklendiği iddiası ve K. Irak ile bir entegrasyona gitme ihtimalleri, Türkiye'nin belki kısa vadede sıkıntılar yaşamasına sebep olabilir. Bu durum Kürt ve Alevi nüfusu bulunan bir Türkiye'nin dış politikasına 'yeni tehditler-sınırlar', kırmızı çizgiler çizebilir. Bunun uzun vadede Türkiye'nin lehine ya da aleyhine olacağını şimdiden göremeyebiliriz; bu durum belki kimsenin beklemediği tarihi fırsatları Türkiye'nin önüne çıkarabilir fakat başlangıçta 'tanımlama' aşamasında Türkiye'nin hem iç siyasetini hem de dış politikasını farklı kulvarlarda etkileyebilir. Türkiye'nin Suriye Krizi'nde başından bu yana teenni ile hareket etmesi ve Başbakan Erdoğan'ın Moskova'da 'Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunmasını istiyoruz' sözleri bu gerçekten doğuyor gibi görünüyor.
Soğuk Savaş döneminde Türkiye'nin güvenliği sadece kuzeyinden yani Sovyet Rusya'dan gelebilecek tehdit ve tehlikelerle örülmüştü. Asrın başında Türkiye dönemin süper gücü İngiltere tarafından Ortadoğu'dan sökülüp atılmıştı; o gün için Türkiye'nin buna karşı duracak gücü de yoktu. Arada aşılması zor duvarlar yaratılmıştı. Hem Türkiye'deki hem de Arap dünyasındaki efkar-ı umumi bu şartlar üzerinden birbirlerini değerlendirip; uzak kalmışlardı. Türkiye'nin etrafı Varşova Paktı ve paktın lideri SSCB ile çevrili idi böyle olunca en büyük tehdit doğal olarak Rusya ve komünizm idi. Ama Soğuk Savaş bitti; hem Rusya hem Türkiye hem de Ortadoğu'daki dengeler çok değişti. Yeni dönemde Türkiye etrafında ağırlığı olan bir cazibe merkezi halini aldı. Böyle olunca Rusya açısından hem Ortadoğu hem de Kafkaslar ve Orta Asya denildiği vakit hesaba ve dikkate alınması gereken bir aktör olarak yeni Türkiye doğdu. Son 10 yıldır hem Rusya'nın hem de Türkiye'nin uluslararası platformlarda yakınlaşma ve mümkün mertebe ikili ilişkilerde krizden uzak durma politikası her iki gücünde bu saydığımız çok geniş coğrafyadaki çıkarlar ağının bir yansıması. Suriye Rusya için ne kadar önemli olursa olsun, Rusya'nın Türkiye ile ilişkileri Rusya'nın hayati saydığı yakın çevresinin hemen hemen her yerindedir: Balkanlar, Kafkaslar-Karadeniz ve Hazar, Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Orta Asya...
Türkiye-Rusya ilişkilerinin böylesine geniş bir coğrafyada birçok farklı taraf-rakipleri ve güç odaklarını bünyesinde barındıran geniş bir güçler denkleminin içinde bulunuyor olması tarafları karşılıklı ilişkilerde muhakkak daha teennili davranmaya itiyor. Fakat Türkiye'nin enerjide Rusya'ya olan bağımlılığı, Türkiye-Rusya ticari hacminin Türkiye aleyhinde asimetrik bir şekilde büyüyor olmasının uzun vadede sonuçlarının ne olacağını bilmiyoruz. Zira uzun yıllardır Türkiye'nin en çok ithalat yaptığı ülke olarak Rusya istatistiklerde hep birinci sırayı alıyor.
Erdoğan'ın Rusya ziyareti öncesinde Aliyev ile, Azeri doğalgazını Avrupa'ya taşıması planlanan Trans-Anadolu Boru Hattı Projesi'(TANAP)nı imzalamış olması Moskova açısından önemli. Zira Avrupa üzerinde tek karşılaştırmalı üstünlüğü bulunan ve bir yerde Avrupa'nın Rusya'ya olan bağımlılığının da teminatı olan Rus doğalgazının Avrupa'nın geleceğindeki konumu Moskova için hayati. Ve Rusya bu üstünlüğü kaybetmek istemiyor böyle olunca da Nabucco gibi projeler ABD-Rusya rekabeti gibi sebeplerle ölü doğabiliyor. Avrupa'nın alternatif enerji hatları ile ilgili bütün girişimleri de Türkiye ve Rusya'yı aynı platformda istemeden karşı karşıya getirebiliyor. Böyle olunca Türkiye'nin 'köprü' Rusya'nın 'tedarikçi' konumu karşılıklı olarak hem bağımlılık ve iyi ilişkileri hem de aynı zamanda Ankara açısından istenmeyen rekabeti beraberinde ortaya çıkartabiliyor. Rusya açısından Doğu Akdeniz'de yeni keşfedilen rezervlerin Avrupa'nın enerji politiğine gelecekteki muhtemel etkisi ise bölgede önümüzdeki dönemde çok daha çetin bir rekabetin habercisi...
Büyük resimde, Türkiye'nin tam merkezinde yer aldığı coğrafyada süren enerji, enerji tedariki ve enerji yollarının güvenliği konusundaki ABD-Rusya rekabeti bir yerde tarafları çoğu zaman danışıklı dövüşe itebiliyor. Aslında bölgede bir ABD-Rusya rekabetinin yaşanıyor olması Türkiye'de birçok kimsenin iddia ettiği gibi Türkiye'nin kesinlikle aleyhine bir durum değil. Diplomasi, bir yerde uluslararası politikada krizleri fırsatlara çevirmek gibi görünüyor. Kaldı ki Rusya ile ABD arasında enerji alanlarındaki rekabet her iki tarafı da jeopolitik olarak Türkiye'nin önemini ve köprü konumunu çeşitli vesilelerle ikrara itiyor.
Hem zaten taraflar arasında bütün bu bölgede taraflar dışında ekonomik ve askeri olarak 3. büyük güç sadece ve yalnız fakat her zaman Türkiye oluyor. Türkiye bu sebepten Rusya ile ilişkilerini ABD ile ilişkilerinin ikamesi ya da alternatif bedeli olarak göremez. Her iki güçle de konuşacağı ve kendince hesabını yapacağı birçok farklı şey her zaman bulunabilir o yüzden tercih noktasında kalmamalıdır.
baha.erbas@usasabah.com