F-4 Fantom tipi Türk savaş uçağının Doğu Akdeniz'de Suriye Silahlı Kuvvetleri tarafından vurulması Türkiye-Suriye arasında zaten fazlasıyla gergin olan ilişkileri savaş noktasına getirdi.
Türk Hükümeti'nin Sözcüsü Bakanlar Kurulu sonrasında yaptığı açıklamada uçağın Suriye'ye ait füze ile vurulduğunu ve söz konusu uçağa yardım amaçlı bölgeye giden diğer Türk uçağına da Suriye tarafından ateş açıldığını kamuoyuna duyurdu. Türkiye'nin şimdiye kadar sergilediği itidal ve kararlı duruş bu meseleyi öyle kolay da kapatmayacağı kanısı veriyor.
Zira uluslararası hukuk açısından eğer Türk uçağı uluslararası hava sahası içerisinde vurulmuş ise Türkiye açısından 'savaş halinde sıcak takip hakkı' doğar ki bu bizatihi uluslararası hukuku açısından 'casus belli' dir. Fakat iş burada başlayıp bitmez. Her şeyden evvel bölgede başta Rusya ve İsrail olmak üzere radar sistemleri bulunan ülkelerden şimdiye kadar herhangi resmi bir açıklama gelmemiş olması düşündürücüdür. Suriye yönetiminin iddia ettiği gibi Türk Hava Kuvvetleri'ne ait savaş uçağı hava ihlalinde dahi bulunmuşsa bu durum uçağın düşürülmüş olmasını meşru kılmaz. Böylesi bir durum devletlerarası hukuk açısından açık sınırları belirlenmiş bir prosedüre tabiidir ki Suriye Genelkurmayı'nın Türk Genelkurmayı ile uyarı-nota düzeyinde ilk temaslarda bulunması işin meşru-hukuki ve olması gereken yoludur. Bizim Ege'de çok uzun yıllardır Yunanistan ile yaşadığımız ve yaşamaya da devam ettiğimiz gibi...
Eğer Türkiye belirli bir hareket planını uygulamaya geçtikten sonra İsrail ya da Rusya'dan uçağın Suriye hava sahasında vurulduğu gibi bir açıklama gelirse bu Türkiye'yi uluslararası kamuoyunda zor duruma düşürebilir. Ayrıca eğer uçak Suriye hava sahasında vurulmuş ise NATO'nun 5.maddesini işletip müdahalede bulunması zor bir seçenek olacaktır. Kaldı ki uçağın uluslararası hava sahasında vurulmuş olması halinde dahi NATO'nun misilleme yapacağı bir ortamda da pek değiliz gibi gözüküyor. Fakat bu durum Türkiye'yi tek başına seçenek kullanmaya zorlayabilir. 1974 Kıbrıs Harekatı'nda olduğu gibi. O gün de Türkiye NATO üyesi olarak yalnız bırakılmıştı; tabii bugün konjonktürün hem NATO hem Türkiye açısından çok farklı olduğu da muhakkak. Türkiye'nin BM'yi arkasına alarak büyük bir eylem planına gitmesi ise Suriye'nin kadim müttefiki ve BM'nin 5 daimi karar alıcı üyesinden biri olan Rusya dolayısıyla bugün için oldukça zor görünüyor. Rusya'nın Karadeniz'de Ukrayna-Sivastopal'da bulunan askeri deniz üssü dışında eski Sovyetler Birliği sınırları dışında dünyada bugün bulunan tek askeri deniz üssü Suriye'deki Tartus Askeri Üssü.
ABD Dışişleri Bakanı Clinton bu çerçevede 28 Haziran'da St.Petersburg'da yapılacak olan Asya-Pasifik Ülkeleri Dışişleri Bakanları Toplantısı'na katılacak. ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan resmi açıklamada Clinton'ın ajandasında baş sırada Suriye olduğu da zaten ifade edildi. Suriye meselesinde başlangıcından bugüne ABD'nin kademeli olarak Rusya'nın Suriye ile ilgili bakış açısına yaklaştığını söylemek yanlış olmaz. Zira Türkiye'nin ev sahipliği yaptığı ve Rusya'nın eleştirilerine ve ağır ithamlarına maruz kalmış olan "Suriye'nin Dostları" oluşumu kademeli olarak pasifize edilip Rusya'nın ve dahi belki İran'ın da dahil olduğu "Suriye Temas Grubu" oluşturuluyor. "Suriye Temas Grubu"nun ilk toplantısı 30 Haziran'da Cenevre'de yapılacak. Moskova'nın "CIA'in Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar ile işbirliği içerisinde Suriye'deki muhalifleri silahlandırdığı" iddialarından Washington ile bu noktaya gelmiş olması düşündürücü... ABD ve Rusya'nın yakınlaşma ve Suriye konusunda anlaşma işaretleri verdikleri bir ortamda Türkiye'nin tek başına veya belki Suudi Arabistan ve Katar gibi bölge ülkelerini de yanına alarak nasıl bir yol izleyeceği önümüzdeki dönem bütün tarafların zihnini meşgul edecek gibi görünüyor. Öte yandan eğer ABD Rusya ile anlaşmışsa yaklaşık 1 aydır İngiltere kamuoyunda Suriye için tartışılıp konuşulan "Yemen Modeli"ni de göz ardı etmemek gerekir. Zira Mısır'da olduğu gibi Müslüman Kardeşler'in yükselişe geçip Esed sonrası iktidara potansiyel namzet olacağı bir Suriye başta İsrail, Rusya ve ABD olmak üzere birçok odak için Suriye'deki mevcut Alevi-Nusayri Rejimi 'ehven-i şer' kılabilir. Bu durumda Esed Ailesi'nin Suriye'den çekilmesi Ortadoğu efkar-ı umumisi'nin nabzını düşürebilir. Böylesine oluşacak kademeli bir dönüşümde Suriye'de İhvan'ın iktidara gelmesini engellemek böylelikle hem başta Suriye'nin komşusu İsrail hem de Ortadoğu'daki menfaatleri açısından Rusya ve ABD'yi tatmin edebilir. Bu durumun tabii fonksiyonu olarak Suriye'deki Hıristiyan ahalinin de ittifak ettiği mevcut Alevi-Nusayri rejimin ayakta kalması sağlanabilir.
Bu zirve sonrası yaşanacaklar Washington'ın Rusya'nın Suriye'deki stratejik varlığını kabullenme sürecini başlatabilir ki Türkiye açısından asıl tehlike burada başlar. Eğer böyle bir anlaşmanın üzerine Türkiye'nin Suriye'ye askeri bir müdahalesi gerçekleşirse bu tabii olarak Suriye'nin iki belki üçe bölünmesini beraberinde getirebilir. Bu durum ise sadece Türkiye'nin değil Lübnan ve hatta Ürdün'ün orta vadede sınırlarında değişiklikler yaşanmasını, haritaların değişmesini doğurabilir. Eğer Suriye'nin kuzeyindeki Kürtler ve saklı Türkmen varlığı Türkiye ile bir entegrasyon sürecine girerse bu duruma K.Irak'ın bigane kalması düşünülemez. Bu ise uzun vadede Türkiye'ye 'tuzak hesabı' Kürtlere 'Akdeniz yolu' olabilir. PKK'nın tasfiye sürecinde Barzani'nin sesini PKK'ya yükseltmesi ve Dağlıca saldırısının deşifresi olabilir.
Uzun zamandır Türkiye'nin bazı güç odakları tarafından Suriye'de bir savaşa itilmek istendiği bir ortamda Suriye yönetiminin böyle bir çıkış yaparak olayların bu seyre girmesine yardımcı olur tavrı açıklanabilir değil...Her şeyden evvel ne Esed ile ne de Suriye'deki rejimin kodlarını belirleyen 'Derin Suriye' ile İsrail'in nasıl bir ilişki içerisinde olduğu, bu ilişkinin nasıl boyutlarda bir ittifak içerdiği açıkçası bizce malum değil. Fakat İsrail'in geçmişte savaş dahi yaşadığı Esed rejiminin devrilmesini istediğini sanmak aldatıcı görünüyor. ABD'nin de son 1 yılda yaşananlar karşısındaki tutumu aynı şeyin giderek Washington için de geçerli olmaya başladığı kanısı veriyor.
Esed şimdiye kadar beklediğimizden daha kurnaz çıktı. Açık ve gizli müttefiklerinin de sayesinde işi buraya kadar getirdi. Fakat gözden kaçırmamamız gereken şey; dışarıdan gelen bir askeri müdahale ya da sıcak takibin tarihsel olarak kanlı diktatörlerin gelecek kaygısını gidermek gibi tabii bir yolu da beraberinde getirebildiğidir. Ya da başka deyişle bütün dünya kamuoyunun gözü şimdiye kadar Esed'in yaptığı katliamlarda iken Türkiye'nin olası bir müdahalesi gözlerin Esed'in katliamlarından ve rejimin içerdeki kirli işlerinden başka yerlere dağılmasını beraberinde getirebilir. Böylesi bir durumda Esed'in müttefiklerinden alacağı açık-gizli yardım Türkiye'nin işini zorlaştırırken Esed'e yeni bir yaşam sahası açabilir. Böylesi askeri bir durum Suriye'nin bölünmesini beraberinde getirebileceği gibi içerde rejimin güçlenmesini, etrafına çeki-düzen verip toparlamasını da beraberinde getirebilir. Belki de Türkiye'nin en çok üzerinde durması gereken budur.
Bu tehlikeli durum, dünyanın en büyük ve güçlü kara-hava ordularından biri olan TSK'nın gücünün hesaba katılması gereken bir denklem olmakla beraber sadece Türkiye'ye bırakılamayacak kadar da geniş bir konjonktürdür. İsrail, ABD, Rusya, Lübnan-Hizbullah-Iran'ın da içinde yer alacağı büyük ve bilinmezleri çok olan bir tablo...Bir başka önemli detay da Türk savaş uçağının Suriye Silahlı Kuvvetleri'nce düşürüldüğü haberinin ilk olarak Lübnan'da Hizbullah'a yakın basın organları tarafından dünyaya duyurulduğudur. Daha büyük tehlike, eğer Türkiye böylesine bir askeri müdahalede bölge ülkelerince ve kamuoyu vicdanınca yalnız bırakılırsa bazı güç odaklarının kasıtlı stratejisi olarak bu süreç Türkiye'yi uzun vadede Suriye üzerinden İsrail ile kader birliğine girmiş bir profile sürükleyebilir. Geçen hafta İsrail Başbakan Yardımcısı'nın "Türkiye bölgenin süper gücü. İsrail bunu kabul edip Türkiye ile arasını düzeltmeli" sözleri bu noktada manidar olabilir. Zira ihtimal, İsrail'in Lübnan'da savaşa niyetlendiği bir ortamdayız. Böyle bir ortamda Filistin'de veya Suriye'de zulme kim ve nerde olursa olsun karşı çıkan Türkiye'nin bölge halklarının gönlündeki yerinin yeksan olması için İsrail'e Suriye'de fırsat doğabilir. Oysaki gelecekte bölgesel gücünü daha geniş sınırlara ulaştıracak bir Türkiye'nin bu inşa sürecinde İsrail'e kaşlarının her zaman çatık kalması, büyük devletlerin sahip olmaları gereken derin aklın tezahürüdür. Ama aynı Türkiye eğer olası bir askeri müdahale sonucu Esad ve rejiminin devrilmesine, Suriye'de akan kanın durmasına sebeb olursa mazlum milletlerin sözcüsü ve tarihsel hamisi de olabilir. Bu sürecin Türkiye'ye sağlayacağı avantajlar Adriyatik'ten Çin Seddi'ne, Kıpçak Bozkırları'ndan Kızıldeniz'e hiç kimsenin hesabını yapamayacağı kadar büyük ve ihtişamlı olabilir.
Bu arada NATO'nun Libya müdahalesini Türkiye'ye örnek olarak gösterenlerin de dikkate almaları gereken birkaç husus var. Her şeyden evvel Suriye'nin Libya'da olduğu üzere Fransa gibi ülkelerin iştahını kabartacak ne ekonomik potansiyeli ve geleceği ne de yüzlerce milyar dolarlık doğalgaz-petrol yatakları yok. İşin ta en başında askeri müdahale sonrasında Libya'nın yeniden inşasının Libya'ya müdahale edip Kaddafi rejimini deviren ülkelerin şirketlerine ihale edileceği Ulusal Konsey tarafından açıklandı. Yüzlerce Fransız şirketine onlarca milyar dolarlık ihaleler...
Suriye böyle bir şey vaat etmiyor; öyle olunca da Fransa ya da İngiltere açısından Esed'in binlerce insanı katletmesi kuru kavga gibi görünüyor;tabii olarak Türkiye'nin yalnız kalma ihtimali burada doğuyor. Ayrıca askeri potansiyeli itibarıyla da Suriye, Libya değil. Çok daha geniş ve Libya ile mukayese edilemeyecek kadar güçlü bir hava ve kara kuvvetleri var. Suriye hava sahası Rus yapımı SAM(surface to air missile) veya GTAM da dediğimiz(ground to air missile), karada konuşlandırılmış hava savunma sistemleri tarafından korunuyor. 1950'lerden bu yana Suriye, Rusya ile gizli ve açık askeri ilişkileri bulunan bir ülke. Suriye, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği'nden, 90'lardan bu yana da Rusya'dan devamlı olarak silah, savaş uçağı, tank, füze savunma sistemleri satın alıyor. Bugün Suriye Ordusu'nun elinde bulunan bütün silah, cephane, ekipman ve mühimmatın %95'i Rus yapımı. Suriye Hava Kuvvetleri 25 Hava Tugayı ve her tugayın sahip olduğu sabit ve taşınabilir SAM Sistemleri(SA-2(Volga M)-SA-3(S125) ve SA-5(S-200), SA-6 ve SA-11)'ne sahip durumda. SAM Sistemleri, stratejik olarak Suriye'nin bütün Akdeniz sahili ve İsrail-Lübnan sınırı boyunca konuşlandırılmış bulunuyor. Bu ise Suriye'ye, Kıbrıs'tan İskenderun Körfezi'ne ve İsrail'e kadar bir hava savunma sistemi sağlıyor.
Batı paradigmasının iddia edip, kılıf yaptığı gibi demokrasi ihraç edilecek bir şey değildir. Tarihin bu kavşağında Türkiye'nin vazifesi Suriye'ye veya herhangi bir coğrafyaya demokrasi getirmek de değildir. Türkiye'nin tarihsel misyonu bölge halkları nezdinde barışın ve adaletin bazen hamisi bazen banisi olmasıdır. Bu Türkiye'nin tarihsel olarak genetiğinde de olan bir şeydir. Suriye bu sebepten önemlidir.
baha.erbas@usasabah.com