ABD Başkanı Obama ve Rusya Devlet Başkanı Putin G20 Zirvesi vesilesiyle bulundukları Meksika'da bir araya geldiler. İki liderin görüşmesi, ABD-Rusya ilişkilerinin gergin olduğu, Suriye, İran, Füze Kalkanı, Kafkaslar, Doğu Avrupa ve Afganistan'daki Amerikan varlığının geleceği gibi konuların Rusya ve ABD'nin ajandasının baş sıralarında yer aldığı bir vakitte gerçekleşti. Böylelikle Rusya'daki seçimlerden sonraki ilk Putin-Obama görüşmesi de gerçeklemiş oldu.
İki liderin zirve sonrası yayımladıkları bildiride "Suriye'deki şiddetin bir an önce durması" çağrısında dışında Suriye konusunda somut bir ifadeye rastlanmadı. Malum geçtiğimiz ay Chicago'da yapılan NATO Zirvesi'nde ABD, 2008'den bu yana ilk defa yüksek perdeden Kafkaslarla ilgili gelecek dönemdeki politikasını "ABD ve müttefikleri Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan'ın toprak bütünlüğünü, egemenliğini ve bağımsızlığını korumakta kararlıdır" diyerek ifade etti. Nitekim konu ile ilgili bu köşede 30 Mayıs tarihli "NATO Zirvesi Ardından" başlıklı yazıda da ifade ettiğimiz gibi Kafkaslarda yeni dönemde ABD-Rusya rekabeti kızışacaktır. Putin'in Orta Asya Turu ve ardından Şanghay İşbirliği Teşkilatı Devlet Başkanları Zirvesi için Çin'de bulunduğu günlerde Amerikan Dışişleri Bakanı Clinton'ın Güney Kafkasya Turu çerçevesinde Gürcistan-Ermenistan-Azerbaycan ziyaretleri bu meyanda okunmalıdır.
Vladimir Putin, Rusya'da üçüncü kez devlet başkanlığı koltuğuna oturdu. 2-7 Haziran tarihleri arasında Pekin'de yapılan Şanghay İşbirliği Örgütü Devlet Başkanları Zirvesi'ne katılmakla ilk önemli ziyaretini Çin'e yapmış oldu. Rusya, hem Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'ni bazen havuç bazen sopa göstererek ŞİÖ etrafında toparlayıp bölgenin orta ve uzun vade de Amerikan nüfuzundan arınmasını hem de Çin'i ŞİÖ içinde pasifize etmeyi hesap ediyor. Her şeyden önce Putin orta vadede Çin'i dengelemenin hemen hemen imkansız olduğunun farkındalığı ile Rusya-Çin arasındaki ilişkilere enerjiyi eklemeye çalışıyor.
Fakat Pekin, Putin'e hala güvenemiyor. Bu sebeple Çin, ABD'den sonra dünyanın en büyük ikinci enerji tüketicisi olarak harcadığı petrolün %80'den fazlasını Ortadoğu ve Afrika'dan temin ediyor. İthal ettiği ham petrolün sadece %7-8 gibi cüzi bir kısmını Rusya'dan temin ediyor. Tabii ki orta vadede Çin-Rusya ve fakat uzun vadede Japonya-Çin-Rusya arasında büyük krize sebep olma ihtimali en yüksek nokta olarak Sibirya'nın geleceği tarafları başka alternatifler düşünmeye zorluyor. Rusya açısından Sibirya kadar hayati bir başka önemli husus da Orta Asya'da ekonomik olarak hızla büyüyen "Çin Gücü". Geçenlerde Washington'da katılma imkânı bulduğum bir toplantıda ünlü stratejiysen Brzezinski Kazakistan-Rusya-Çin sınırına yakın bir Kazak şehrindeki ana caddenin isminin Joseph Stalin iken Mao Zedong'a değiştirildiğinden bahsetti; oldukça manidar. Rusya-Çin arasındaki ticaret hacmi 80 milyar doları aşmış bulunuyor ve 2005'ten bu yana dikkat çekici ölçekte bir büyüme mevcut. Bunun uzun vadede kime ne ölçülerde ve hangi noktalarda avantaj-dezavantaj sağlayacağını kestirmek zor. Fakat Rusya, Avrupa ve Türkiye ile olduğu gibi Çin ile de büyük enerji anlaşmaları imzalayamazsa orta vadede kaybeden taraf olmaya mahkûm olabilir. Fakat Çin, Rusya'nın her şeye rağmen dünyadaki en büyük ikinci ihracat pazarı...
Geçmişte özellikle Yeltsin döneminde sağlıklı bir zemine oturan iki ülke arasındaki silah ticareti artık eski önemini yitirmeye çoktan başladı. Zira 1990'lardan 2006'ya kadar Çin çok ciddi miktarlarda Rusya'dan askeri teçhizat ve silah alımı yapmış olmasına rağmen 2008'den sonra büyük ölçüde bu ticareti azalttı, dahası kendisi üretime geçti. Böylelikle Rusya, silah sanayinde (belki kısa bir dönem için Havacılık hariç) Çin pazarındaki göreceli avantajını da yitirmiş oldu. Putin bir yerde enerjide işbirliğine yönelip Rusya'nın dezavantajlı konumunu dengelemeye çalışıyor fakat Pekin kuşkulu ve teenni ile yaklaşan bir profil sergiliyor. Son tahlilde ne Çin, Rusya için ABD'nin ikamesi ya da alternatifi ne de ABD için Rusya, Çin'in ikamesi. Fakat Avrasya sathında Rusya ve Amerika arasındaki rekabet her iki gücü de farklı kozlar kullanmaya itiyor.
NATO Zirvesi ile girdiğimiz yeni süreçte bunun hızlı yansımalarını görmeye başladık. Geçtiğimiz birkaç hafta içerisinde olanlar bu durumu teyit eder nitelikte. Önce Clinton, Kafkasya Turu çerçevesinde bulunduğu Gürcistan'da, 2008'de Rusya'nın Gürcistan'ı işgali ile yarattığı Abhazya ve Osetya vatandaşlarına ABD olarak "Tarafsız Pasaport" teklif ettiklerini açıkladı. Bunun ardından birkaç gün evvel ajanslara ABD'nin Gürcistan ile gizli askeri anlaşmalar imzaladığı ve Gürcistan'a hava savunma sistemleri kuracağı haberi düştü. Hemen ardından Moskova'dan gelen resmi açıklama ile Rusya'nın Ermenistan-Gümrü Askeri Üssü'ndeki asker sayısını iki katına çıkaracağı açıklandı. Ayrıca Rusya'nın Suriye'deki Tartus Askeri Deniz Üssü'ne iki gemi göndereceği belirtildi. Malum, Rusya Ermenistan ile geçen yıl yaptığı anlaşma ile Gümrü Üssü'ndeki haklarını 2044 yılına kadar muhafaza altına almış bulunuyor. Türkiye sınırının hemen yanı başında bulunan Gümrü Üssü'nde Rusya devamlı S-300 füze savunma sistemleri ve MIG29 savaş uçakları bulunduruyor. Üs fonksiyonel olarak Kafkaslarda izole olmuş olan Ermenistan'ı hem koruyor hem de Rusya'ya mahkûm ediyor. Öte yandan Azerbaycan'ın güç kullanarak Ermenistan'ı işgal altında tuttuğu Dağlık Karabağ bölgesinden çıkarmasına da tabii olarak engel oluyor. Gürcistan başlı başına ABD'nin Kafkasya politikalarının merkezi olmasına rağmen Rusya'nın 2008 yılındaki Gürcistan Savaşı'ndan geçtiğimiz ay Chicago'da yapılan NATO Zirvesi'ne kadar ABD Gürcistan'a umduğu desteği sağlayamadı, şartlar da buna müsait değildi.
Fakat görünen o ki Washington tekrar Kafkaslarda boy göstermek niyetinde. Zira Ukrayna'da olduğu gibi Gürcistan'da da yakında yapılacak seçimleri Saakaşvili'nin kaybetmesi Kafkasları tamamen Rusya'nın eline bırakabilir…
baha.erbas@usasabah.com