Önceki gün The Guardian gazetesinde, 1 Mart'ta Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonu'nda oylanan ve 29 Mart'ta Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu'na gelecek olan 'Türkiye Raporu'nda "Laiklik vurgusu" yapılacağı haberini görünce aklıma sadece 'merdi kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler' lâfı geldi.
Bugünlerde bütün Avrupa, Papa XI İnnocente'in 400. doğum yıldönümünü kutluyor. Geçtiğimiz haftalarda başta Vatikan olmak üzere Avrupa'nın birçok başkentinde ve üniversitelerinde "Papa XI Innocente Sempozyumları" tertip edildi, kutlamalar yapıldı. (TBMM Başkanlığı tarafından, Kasım 2011'de Dolmabahçe Sarayı'nda, "Ölümünün 150. Yıldönümünde Sultan Abdülmecit ve Dönemi Uluslararası Sempozyumu" düzenlenince kıyamet koparan zevata duyurulur...)
Papa XI Innocente bizatihi Avrupa tarihi açısından bir dönüm noktasını temsil eder. Tek misyonu aşırı 'Türk Karşıtlığı ve İslam Düşmanlığı'dır. Bu Avrupa tarafından da ela'n böyle bilinir ve doğrusu da budur. Papa XI İnnocente, Avrupa'nın krallarını ve ordularını asırlar sonra Osmanlılar karşısında birleştirebilmiş olmakla maruf'tur. Papa XI İnnocente'in Avrupa'nın kadim merkezi kuvvetlerini Doğu'da yükselen ve Viyana kapılarına dayanmış olan 'Türk gücü' karşısında siyasi bir birlikteliğe ittiği 'Son Kutsal İttifak'tan bu yana Avrupa bir daha asla birleşemedi. Zaten dikkat ederseniz bu 'Birleşik Avrupa Mefkûresi'nin aynı zamanda 'Süpergüç Avrupa' demek olduğuna bazı odakların duyduğu özlemden dolayıdır ki bugün AB Liderler Zirvesi'nin yapıldığı, aday ülke statülerinin verildiği, üyeliğe kabulün gerçekleştiği, bütün önemli AB kararlarının alındığı törenler bu aklın tecellisi olarak Papa XI İnnocente'in o devasa heykelinin olduğu büyük salonda onun heykeli önünde yapılır. Bu da Türkiye'ye laiklik dersi vermeye çalışan "AB'nin Laik Kimliği"(!) nin samimi bir göstergesi olsa gerek. Özlem, hırs ve kin...
1683'te Türkler Viyana'yı kuşattığı vakit, birbiri ile çok uzun yüzyıllardır savaşan ve 11-12.yy.daki Haçlı Seferleri'nden bu yana hiç bir araya gelmemiş olan Avrupa devletleri, Papa XI İnnocente'in kimi zaman tehditkâr kimi zaman vaatkâr ama kendince mahir diplomasisi sonucu 'Türk Tehdidi' ne karşı bir araya geldiler. Papa bununla da yetinmedi. Nahçıvan'daki Katolik Piskoposu'nu Vatikan'a çağırdı. Papa, İran Şahı'nı da 'Kutsal İttifak' a dâhil etmek istiyordu. Nahçıvan Piskoposu'na Papa ile Şah arasında temas sağlaması vazifesi verildi. Nahçıvan Piskoposu Papa'nın temsilcisi olarak İran Şahı ile görüştü. Bunun dışında Etiyopya ve Mısır'daki Hıristiyan ahaliyi de kışkırtıp Mısır üzerinde karışıklık çıkarmak da Papa'nın meşum planının bir başka parçası idi. Böylelikle Türkler, bir yandan Orta Avrupa'da 'Kutsal İttifak' orduları ile savaşırken diğer yandan da İran tarafından doğuda ve Etiyopya ve Mısır Hıristiyanları tarafından da Nil Havzası'nda sıkıntı yaşayıp tez zamanda dağılacaktı. Avrupa'nın en son birlikteliği böyle kirli bir oyun üzerine kuruldu. Bu birliktelik 1683-1699 arasında kısa vadeli amacına ulaştı. (1699 Karlofça Antlaşması).
Türkler bir daha Viyana kapılarına dayanamadılar.
Papa XI İnnocente'den daha önceki zamanlarda Avrupa, iyi bir sınav verememiş; Türk Gücü durdurulamamıştı. Tarihin o kavşağında askeri ve ekonomik olarak İslam Medeniyeti gücünün zirvesinde idi.
Ta Hindistan'dan Macaristan'a kadar büyük ve karşı durulamaz bir İslam Medeniyeti vardı. Kanuni 1526'da Mohaç Muharebesi ile Macaristan'a girerken aynı günlerde Babür Şah da Hindistan'a giriyordu. Halil İnalcık'in bahsettiğine göre, Kanuni'nin Alman Seferi'ne çıkıp en büyük Roma Germen İmparatoru kabul edilen Şarlken (V Charles)'i Münih'e kadar kovalayıp Fransa Kralı Fransuva'yı serbest bıraktırttığı yıllarda Osmanlı Devleti, yıllık 9,5 milyon altın geliri ile, dünyada kendinden sonraki 3 en büyük gücün toplamı kadar bir Milli Hâsıla'ya sahip idi. (An Economic and Social History of the Ottoman Empire,1300-1914-Halil İnalcık, Suraiya Faroqhi, Bruce McGowan and Donald Quataert)
Avrupa, 16. yüzyılın tartışmasız süper gücü olan Osmanlı Devleti karşısında ancak Papa XI Innocente önderliğinde birleşebilmişti. Daha doğrusu 'birleşmiş Avrupa' sadece tek bir şey karşısında birleşebilmişti.
Tek hedefi, "Öteki" olan o süper gücü tahtından alaşağı etmek; Avrupa'dan çıkarmaktı. İttifakın temeli bu idi ve hep de öyle kaldı. 'Kutsal İttifak Savaşları' ile başlayan ricat ta Sakarya Savaşı'na kadar 3 asır sürdü ve Batı Paradigması bu süreçte o kin ve hırs üzerine inşa edildi. Yani temelinde ne Yüzyıl Savaşları ne de Otuz Yıl Savaşları yoktu; temeli sadece Hıristiyanlığın İslam ile mücadelesi idi ve o mücadeleyi zafere ilk taşıyan ne Fatih karşısında Konstantin ne de Kanuni karşısında Şarlken (V Charles) olamadı; o Papa XI Innocente idi. Avrupa zihniyeti açısından Papa XI Innocente demek sadece ekonomik değil aynı zamanda askeri ve politik olarak da birleşmiş bir dünya gücü- birleşmiş bir Avrupa demekti. O yüzden o salonda bugün ne Kutsal Roma Germen İmparatoru'nun ne de Güneş Kral'ın değil Papa XI İnnocente'in heykeli var, o hep bu mefkûreyi temsil etti.
O mefkûre o günden bu yana 4 asır boyunca hep süregeldi. İsveç'in 1990'larda Ankara Büyükelçisi olan ve aynı zamanda tarihçi kimliği ile bilinen ve klasik Avrupa zihniyetinin bütün edasını da üstünde taşıyan Büyükelçi Erik Cornell "Turkey in the 21st Century: Opportunities, Challenges, Threats" adlı eserinde, bundan 4 asır evvel Avrupa'nın krallarına seslenen Papa XI Innocente ile tam olarak aynı ağızdan konuşuyor. Büyükelçi Cornell kitabında diyor ki "Avrupalılık bilinci, tamamen Türklerin Avrupa'da İslami yayılmacılığının önlenmesi için yürütülen mücadele sürecinde gelişmiştir. Dolayısıyla Hıristiyanlığın İslam'a karşı tutumu, Avrupa'nın Türklere karşı tutumu gibidir, yani soğukluk ve umursamazlık temelindedir." Bu 'Büyük Avrupa' mefkûresinin bekçileri için bitmeyecek bir kinin başlangıcı idi. 2000 yılında İsveçli Büyükelçi'nin kaleminden dökülen ile bundan 2 asır evvel Fransız filozofu Voltaire'in kaleminden ya da 4 asır evvel Roma Germen İmparatoru I. Leopold'e yazdığı mektuplarda "Türklerin ve Islam'ın Avrupa'dan kökünü kazımalıyız" diyen Papa XI İnnocente'in kaleminden dökülen sanki aynı okkadaki mürekkeptendi: Kadim bir kin... Voltaire, Osmanlı-Rus Savaşı esnasında Rus Çariçesi II Katerina'ya gönderdiği mektubunda "Majesteleri, Türkleri öldürerek bana hayat veriyorsunuz. Tanrı Avrupa'nın gücünü size verdi. Türkleri Avrupa'dan sürmek lazım. İnsanlığın iki büyük baş belası vardır. Birincisi veba, ikincisi Türklerdir" diyordu.
Kendi günlüklerinde de Avrupa'nın soylularına "Kovun bu barbar Türkleri Avrupa'dan ahmaklar!" diye sesleniyordu (Voltaire: Political Writings by David Williams).
Ama tarihin tabii seyrinde Avrupa, Papa XI İnnocente'den sonra bir daha asla birleşemedi. Bu ise Hıristiyan Avrupa'nın diğer büyük güçler karşısındaki belki de tek açmazı ve kompleksi olarak kaldı. Papa XI İnnocente'den üç asır sonra, 1960'larda De Gaulle, 'Birleşmiş Süper güç Avrupa' tutkusu ile ABD'ye meydan okuyordu, niyet aynı niyet idi. O hırs ve kin hiçbir zaman ama hiçbir zaman kaybolmadı Hıristiyan Avrupa'da. "Avrupa Birliği" sadece ve sadece bu derin özlemin ve tutkunun post-modern dönemdeki projesinin adı idi. Ama hiçbir zaman gönüllerde arzulandığı gibi bir siyasi birlik olamadı!
Aslında Avrupa'nın siyasi olarak birleşememesi kendi doğasının tabii sonucu idi. Her şeyden önce 'Avrupa'nın Ben İdraki' böyle bir iklime hiçbir zaman müsaade etmedi, etmiyor. Bunun ötesinde hem coğrafya hem jeopolitik zorluklar-farklılıklar hem de içinde ırk-mezhep-dil gibi unsurlar-sorunlar barındıran Avrupa, kültürel meşruiyetini sağlayacak küresel çapta bir 'Birleşik Avrupa'yı hep imkânsız kıldı. Atlantik'in ötesindeki Amerika'yı belki de Avrupalı atalarından ayıran en keskin çizgisi bu idi. Ama Avrupa hiçbir zaman bu çizgiye ve olgunluğa erişemedi! Konjonktürel olarak tarihin kimi döneminde kıtanın kuzeyi ile güneyi arasındaki farklılıklar doğusu ile batısı arasındaki farklılıkları gölgede bıraktı; bazen de tam tersine, Soğuk Savaş'ta olduğu gibi, diğeri öbürünü gölgede bıraktı; ama Avrupa hep dağınık kaldı.
Önce Coğrafi Keşifler-Sömürgecilik ve Merkantilizm ardından Sanayi Devrimi, aynı Rönesans Ocağı'nda yani Avrupa'da doğdu. 'Avrupa'nın Ben İdraki'nin genetik kodları, Aydınlanma Felsefesi'nden ya da Fransız İhtilalı'ndan çok daha evvel, Büyükelçi Erik Cornell'in dediği gibi geçmişinden miras aldığı Hıristiyanlığa bir de 'Sömürgecilik Ruhu'nun eklenmesi ile doğdu. Rönesans'ın ya da Aydınlanma Felsefesi'nin buna karşı duracak gücü de niyeti de yoktu. 'Avrupa'nın Ben İdraki' böyle bir iklimde doğduğu için hep 'Ben ve Öteki' zaviyesinde kaldı. Ama hiçbir zaman kendi içinde de o "Ben" i içselleştiremedi. Avrupa'nın birlik içinde dağınıklığı ise buradan doğdu. Bu da sanki Avrupa'nın hunhar geçmişinden tarihin aldığı bir intikam oldu! 'Avrupa'nın Kolektif Ruhu' 'Öteki'ni mecburen hep kayıtsız şartsız düşman olarak bildi; kendi namına kurduğu düzenin meşruiyetini bu temel çizgiye yerleştirdi. Sorun da hep bu oldu; maalesef elan da bu böyledir. Avrupa, hep 'ötekiler' yarattı ve bunu yaratmakla kendi için ve sadece kendisi adına dünyanın herhangi bir köşesinde yapacağı bütün sömürü ve talana kendi meşruiyet kazandırdı. Bu meşruiyetin pratikte manası şu idi: I. Dünya Savaşı başlamadan 1913'te bağımsızlığı olmayan dünya topraklarının % 83'ü çoktan Avrupa Sömürgesi olmuştu.
'Ben ve Öteki' aslında 'benim için var olan diğerleri' demekti yani 'Sömürgecilik Ruhu' nun aynadaki acı yüzü idi. Doğal ve beşeri kaynakları az olan Avrupa'nın "Ben" i tatmin edebilmesi ancak "Öteki" nin elinden ne kadar daha fazla alacağına bağlı idi. 'Avrupa'nın Ben İdraki'ne göre 'Öteki', Avrupa dışındaki herkes idi; mutlaka düşmandı ve soyulmalıydı. Modern Ekonomi'nin temeli sayılan Sanayi Devrimi, Merkantilizm ve sömürge ruhu üzerinde bu hırs ve arayışla doğdu; daha bakir "öteki diyarlar" bulup o bölgelerin kaynaklarını Avrupa'ya akıtmanın diğer adı idi. Harvard Üniversitesi'nden Prof. Dr. Niall Ferguson "Empire-The Rise and Demise of The British World Order and The Lessons for Global Power" adlı eserinin önsözünde Avrupalı sömürge güçlerinin, bugün dünyanın en fakir kıtası olan ve milyonlarca insanının açlıktan öldüğü Afrika'dan Avrupa'ya taşıdıkları başta elmas ve altın olmak üzere bütün doğal ve maddi kaynakların değerinin 777 trilyon dolar olduğunu, Afrika ve Asya'dan Avrupa'ya yapılan köle ticaretinden, Avrupalı lordların 150 trilyon pound kazandıklarını detayları ve kendine özgü hesaplamaları ile izah ediyor ki bugün dünya hâsılasının 60 trilyon doların üzerinde, ABD GSMH'nın 14 trilyon dolar civarında olduğunu söylersek vahametinin boyutları akıllarda tezahür eder belki.
Ama yolun sonunda tarih, Batı Paradigması'nın bu refahının ardındaki gayrimeşru sistematiği şöyle şematiğe döecekti: Avrupa hem tarih boyunca en çok kanın aktığı ve kendi coğrafi sınırlarının çok ötelerinde en çok kan akıtmış hem de en çok sömürü yapmış kıta idi. Aynı Avrupa hem doğal kaynakları itibarıyla belki de dünyanın en fakir kıtası ama hem de her zaman dünyanın en müreffeh yurdu idi; bu zihniyetin meşum tecellisi dünya tarihinde böyle serfiraz etti ve bugünlerine de yine aynı yoldan böyle geldi. 2001 yılında ilan edilen Durban Declaration'da Avrupa kendi geçmişini bakın şöyle itiraf ediyor:
"Sömürgecilik sadece ırkçılığı, irk ayrımcılığını, kayırmacılığı, yabancı düşmanlığını yarattı. Afrika ve Asya'nın yerli ve masum halklarını kendine kurban olarak seçti ve kullandı. Asya ve Afrika'nın yoksul halkları sadece Sömürgeciliğin kurbanı ve onun sonucudur. (Durban Declaration of the World against Racism, Racial Discrimination, Xenophobia and Related Intolerance, 2001)(1)
Bunun devamı ve hayati enstrümanlarının tekel'de tutulması için öyle bir şey lazımdı ki; Avrupa merdivenden o yüksekliğe tırmanan ilk adamdı ve oradaki ayrıcalıklı konumunu koruması için başkalarının kesinlikle oraya çıkamaması gerekti. Bunun için de merdiveni, tırmananlarla beraber aşağı düşürmek gerekti ve Avrupa bunu yaparak kendi şanlı ve zengin tarihini yine kendince yazdırdı. Modern Bilim'in temeli sömürgeleri elde tutup daha da fazla soymak için harp endüstrisinde atıldı. Savaş meydanlarında ve sömürge adalarındaki kitleler sahip olmadıkları silahlarla karşılaşınca korkup sinecek, geri çekilecekti. Bu düşünüş tarzı Rönesans'tan Aydınlanma Çağı'nı ve bilimin ilerlemesini doğurdu. Ekonomik olarak sömürge düzeninin devamı için gemilerin buharlı gemileri doğurması, silahların modern ateşli silahları yaratması bu evrimde gerçekleşti. Aradaki uçurumsa iyice büyüdü. Elinde sadece 3 askere bir at ya da 2 askere bir kılıç düşen Afrika'nın düzensiz ve fakir milis güçleri, karşılarında ilk defa barut ve top yüklü zalim, hunhar ve düzenli orduları gördüler. Vadi us Seyl'de Osmanlılar Fas Sultanı Şerif Abdülmelik'in yardımına yetişene kadar, 360 topla Magrip'e çıkan Portekiz Kralı sadece 4 asker kayıp vererek 4500 Magribliyi katledebiliyordu. Ya da Lord Kitchener'ın ordusu, yeni icat edilmiş ve o dönemde görenleri dehşete düşüren Lee-enfiled tüfekleri ile bir günde Kuzey Sudan'da 43 asker kaybıyla 12 bin dervişi katledebiliyordu.
Ronald Hyam'ın "Britain's Imperial Century, 1815-1914: A study of empire and expansion" adlı eserinde Avrupalı bir lordun şu ifadesi 'Avrupa'nın Ben İdraki"ni izah eder: "Kuzey Amerika ve Rusya ovaları bizim buğday ambarlarımızdır. Kanada ve Baltık kereste ormanlarımızdır. Avustralya-Filipinler-Malezya'da koyunlarımız, Arjantin ve Güney Amerika'da öküz sürülerimiz yayılır. Peru, Bolivya ve Avustralya altını Avrupa'ya akar, Hintliler ve Çinliler çayı bizim için yetiştirirler. Kahve,şeker ve bahrat bahçelerimiz Hint Adaları üzerindedirler. Akdeniz ise meyve bahçemizdir."(2)
Başka söze ne hacet....
(1)-Niall Ferguson- Empire-The Rise and Demise of The Britisih World Order and The Lessons for Global Power-Introduction p.IX
(2)-Ronald Hyam Britain's Imperial Century 1815-1914(London 1976)p. 47.(The Rise and Fall of the Great Powers p 151-152)
baha.erbas@usasabah.com