Obama Yönetimi'nin İran'a karşı uluslararası kamuoyunda sürdürdüğü faaliyetler geçtiğimiz günlerde bazı önemli sonuçlar vermeye başladı. Her şeyden evvel şimdiye kadar İran'a karşı herhangi bir askeri operasyon ya da ağır bir yaptırıma yanaşmayan Rusya, İran konusundaki kaygılarını dile getirdi. Ardından İran ile ekonomik ilişkileri olan Almanya-Fransa ikilisi de geri adım attı. AB Dışişleri Bakanları toplantısında İran'a karşı yaptırımları artırma kararı alındı. ABD Hazine Bakanı Timothy Geithner İran'a karşı enerji yaptırımı amacıyla görüşmelerde bulunmak üzere İran petrolünün dünyadaki en büyük 2 müşterisi olan Çin ve Japonya'ya gitti. Çin'den müspet bir yanıt alamayan Geithner Japonya'da aradığını buldu. Önceki gün Japon hükümeti yaptığı açıklamada İran'dan petrol alımını azaltacaklarını duyurdu. Japonya İran'ın Çin'den sonra dünyada en çok petrol ihraç ettiği 2. ülke konumunda.
12 Ocak günü Fransız Le Figaro Gazetesi'nde "İran'a Karşı Kutsal İttifak" başlıklı yazıda, İsrail'in İran'a karşı gizli bir savaşı son zamanlarda farklılaşan bir strateji ile yürütmeye devam ettiği ve bu yolda en önemli müttefiklerinin ise ABD, İngiltere ve Fransa olduğunu yazdı. Dahası, Le Figaro'nun diğer bir haberine göre MOSSAD, İran'daki nükleer uzmanların suikastlarla öldürülmesi dışında, siber-savaş, sabotaj, İran rejiminin muhaliflerinin desteklenmesi ve yurtdışında barındırılması, rejim aleyhine bazı etnik azınlıkların kışkırtılmasına kadar her yolu denemekte. İsrail, kendi yaşamsal güvenliğini doğrudan tehdit edeceği gerekçesi ile bölgede kendisi dışında herhangi bir ülkenin nükleer güce sahip olmasını istemiyor ve buna karşı olduğunu da her ortamda dile getiriyor. Bu uğurda ise gayri meşru herhangi bir yola başvurmaktan dahi geri kalmıyor. Geçmişte bunu Saddam Hüseyin'in Osirak Nükleer Tesisi tecrübesinde de yaşamıştık. O zaman da Saddam yönetimine nükleer konuda hizmet veren uzmanların birçoğu suikastlarla öldürülmüştü. Hatta Irak Yüksek Atom Komisyonu üyesi Yahya El-Meshad Paris'te bir otel odasında suikast sonucu boğazı kesilerek öldürülmüş bunun sonrasında İsrail hava kuvvetlerine mensup sekiz F-16 ve iki F-15 uçağı, Irak topraklarına girerek birkaç saat içinde Osirak Nükleer Tesisi'ni yerle bir etmişti.
Bugünlerde İran'a karşı birçok aktörün benzeri bir doğrultuda ilerlemeye başlamış olması şüphesiz Tahran rejimini uluslararası ortamda daha da izole etmek isteyen ABD ve İsrail açısından önemli bir noktadır. Fakat şu da unutulmamalıdır ki ekonomik olarak petrole olan bağımlılığını ikame etmesi mümkün olmayan bir Tahran var karşımızda. İran'a karşı olası güçlü bir enerji yaptırımının çaresiz bırakılacak bir rejimi nasıl bir yöne sürükleyeceğini kestirmek pek de kolay değil. Geçen hafta yaptığı açıklamada İran Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Seyyari "İran için Hürmüz Boğazı'nı kapamanın bir bardak su içmek kadar kolay olduğunu ve gerekirse İran'ın bunu yapacağını" ifade etti. Daha da tehlikeli olan ise İran'ın bu açıklamasının hemen akabinde Suudi Arabistan yönetiminin "İran'ın Hürmüz Boğazı'nı kapaması halinde uluslararası ortamda yaşanacak arz daralmasını Körfez Ülkeleri olarak karşılamaya hazır olduklarını" belirtmiş olmasıdır.
Ne zaman uluslararası kamuoyunda nükleer faaliyetleri dolayısıyla İran'a karşı olası saldırı haberleri artış göstermeye başlarsa bunun hemen akabinde İran bilinçli olarak konuyu nükleer zemininden başka ve ayrıca hem ABD hem de dünya ekonomisi için çok stratejik önemi bulunan Hürmüz Boğazı'ndaki petrol akışına saptırıyor. İran, ABD ve müttefiklerini Hürmüz Boğazı'ndaki petrol akışını durdurup dünyayı istikrarsızlaştırmakla tehdit ediyor. Bu vesile ile önümüzdeki günlerde bölge İran donanmasının büyük bir gövde gösterisine yine sahne olacak. Dünyada tüketilen petrolün %40'ı Hürmüz Boğazı'ndan dünya piyasalarına dağılıyor. Bu eşsiz durum tabii olarak bölgeyi petropolitiğin ana üssü ve enerji güvenliğinin kalpgâhı haline getiriyor. Ana damar burada bulunuyor. Ortalama 18-19 milyon varil/gün petrol buradan geçiyor. Boğaz, dünyanın en stratejik su yolları içinde en başta sayıldığı gibi, dar yapısı sebebiyle de en hassas olanı kabul ediliyor. Zira dünya petrolünün %40'ı her gün 3km. genişliğindeki orta-tampon bölgenin kuzey ve güneyinde bulunan 3'er km'lik genişlikteki Basra Körfezi'ne giriş-çıkış yolu olan bu dar bölge üzerinden dünyaya akıyor.
Dahası Körfez'deki petrol akışının geçtiği bu dar yol İran'ın Basra Körfezi'nde bulunan adalarının arasından akıp gitmekte. Abu Musa, Tunb, Kish, Forur Bozorg, Forur Koocak, Hendurabi gibi Basra Körfezi'nde İran'a ait olan bu adalar tamamıyla bu 9 km.'lik dar şeridi kuşatmakta bu ise İran'ı olası bir kriz halinde hem körfezdeki Arap Ülkeleri karşısında hem de ABD karşısında avantajlı bir konuma sokmaktadır.
İran ya da bölgedeki herhangi başka bir güç için bu 9 km genişliğindeki alanı trafiğe kapamak, İran Deniz Kuvvetleri Komutanı'nın ifade ettiği gibi "Bir bardak suyu içmek kadar kolay" olabilir. Ama bu hem bölgenin güvenliği hem dünya ekonomisi açısından sonuçları felaketi ve bölgesel büyük bir savaşı beraberinde getirebilecek potansiyeli de her zaman içinde barındırır. Nitekim ABD, petrol akışının güvenliği amacıyla Basra Körfezi'nde sadece donanma ve deniz gücü değil aynı zamanda kara ve çok büyük bir hava gücü de bulunduruyor. İran'ın Hürmüz Boğazı'ndaki petrol akışını akamete uğratmasının dünya piyasalarında petrolün varil fiyatını ne rakamlara çıkarabileceği yine bu durumun hala kriz içerisinde olan dünya ekonomisini ve global trendleri ne hala getirebileceği hiçbir gücün muhasebesini yapamayacağı kadar şiddetli ve derin olabilir. Zaten bu hassas durumun ziyadesi ile farkında olan İran, elindeki en büyük koz olarak son ana kadar Hürmüz kartını Batı karşısında tehdit olarak kullanmaktan çekinmeyecektir.
ABD yönetimi, Hürmüz Boğazı üzerinde olası bir krize ne pahasına olursa olsun asla izin vermeyeceğini, Hürmüz Boğazı'nın güvenliğinin ABD'nin kırmızı çizgisi olduğunu devamlı olarak ifade ediyor. Nitekim bugün İran'ın resmi haber ajansı IRNA "ABD'nin BM Büyükelçisi Susan Rice'ın İran'ın BM Temsilcisi Muhammed Hazai'ye Hürmüz Boğazı ile ilgili bir mektup verdiğini ve ayrıca Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin de İran'a ABD'nin konu ile ilgili mesajını ilettiğini" bildirdi.
Yolun sonunda İran'ın Hürmüz Boğazı'nı kapatması demek ilk önce kendisini imha etmesi demek olacaktır. Bu göze alabileceği en uzak ve en son, öldürücü karar olacaktır. Fakat ABD ve müttefikleri olası bir krizi göze alıp buna göre hazırlık içerisinde görünüyorlar. Zira 12 Ocak günü Los Angales Times'ta David S. Cloud'un yazdığına göre(U.S. boosts its military presence in Persian Gulf) ABD'nin Basra Körfezi'nde Bahreyn'de bulunan 5. Filo ve Kuveyt'te bulunan 15.000 askerden oluşan kara varlığı dışında Kuveyt'e 2 piyade tugayı ve büyük bir helikopter filosu sevk ettiği ayrıca Pentagon'un, USS John Stennis ve USS Carl Vinson isimli uçak gemilerini(ki 145'in üzerinde savaş uçağı ve helikopter bulunduran çok büyük bir hava gücü taşıyor) de bölgede tutma kararı aldığı belirtiliyor. Öte yandan İngiltere ve Fransa da bölgeye 1'er uçak gemisi sevk edeceklerini, önümüzdeki günlerde bu gemilerin körfeze ulaşacağını açıkladılar.
Eğer İsrail ve İran arasında bir savaş başlarsa bu bütün İslam Alemi'ni İran'ın yanında kerhen veya istekli olarak saf tutmaya itecektir. Zaten Arap Baharı vesilesi ile sokakta olan halklar, İsrail ile ittifak edecek ya da İsrail ve ABD'ye sessiz kalacak yönetimler karşısında susmayacaktır. Bu ise Ortadoğu'daki ABD müttefiki Arap yönetimlerinin İsrail-İran olası çatışmasında açmazı olacaktır. İran'a Sünnî Arap halkları nezdinde dahi prestij kazandırabilecek zor bir durumu doğurabilecektir. Aynı durum ABD'yi de hiç arzulamayacağı bir denkleme rahatlıkla itebilecektir ki bu: İsrail+ABD-İran+İslam Dünyası (İslam Dünyası içinde ABD'nin Orta doğu'lu müttefikleri). Böyle olası bir senaryoda yolun sonunda ABD'nin zarar hanesinin ne olacağı zor bir hesaptır. Her şeyden önce ABD'nin Ortadoğu'daki müttefikleri ile derin bir krize girmesi ihtimali şu iklimde hiç çekemeyeceği bir yüktür. Aynı durum olası bir çatışmanın ister mağlubu isterse galibi olsun, bütün Islam Dünyası kamuoyunda İran'ı, Ortadoğu ve İslam Dünyası'nı, İsrail ve ABD'ye karşı müdafaa eden yani Irak ve Afganistan'ı işgal eden ABD karşısında, Filistin'e zulmeden İsrail karşısında direnen tek güç konumuna itecektir. Bunun İran açısından sağlayacağı soft-power (yumuşak güç) büyük bir kazanç olarak tarihe mutlaka not edilecektir.
İran rejiminin iddia ettiği İslam Dünyası liderliği mefkûresi için biçilmiş bir kaftandır bu. Ama eğer bölgede çıkacak bir çatışma Hürmüz Boğazı'ndaki petrol trafiği vesilesi ile doğar ve İran'ı başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfezdeki Arap Ülkeleri ile karşı karşıya getirirse o zaman şöyle bir denklem doğabilir: ABD+Suudi Arabistan ve diğer Körfez Ülkeleri-İran. Böyle olası bir senaryoda ise ABD, her şeyden önce Ortadoğu'daki müttefikleri ile İsrail arasında sıkışmaktan kurtulur. İsrail dolayısıyla ek bir fatura ödemekten kurtulur, İsrail'i de hem tatmin etmiş hem de susturmuş olur. Böylelikle de tıpkı Saddam Irak'ın da olduğu gibi İsrail tarafı olmadığı bir savaşla büyük bir tehditten de arınmış olur.
Suudi Arabistan 2010-2011 yılında ABD'den tarihin en büyük silah alımını gerçekleştirdi. Şu an dünyada GSMH/Askeri Harcamalar oranlarına bakıldığında, sadece Suudi Arabistan değil bütün Körfez ülkeleri dünyada ilk 10'da yer alıyorlar. Bu silahlanma yarışı niye? Neden? Kime karşı? Umalım ki Körfez'de muhtemel bir çatışma büyük bir Arap-Acem ve sonra Şii-Sünnî Savaşı'na dönmesin...
baha.erbas@usasabah.com