Aslında bugün Fransa'nın tarihsel olarak Ermeni Meselesi'ndeki yerine, bu meseleyi 1876 Berlin Antlaşması'ndan bu yana kendi açısından zamanı ve yeri geldikçe uluslararası ortamda kullanmasına dair bir yazı yazmak istedim. Fakat bunu ikinci bir yazıya bırakmaya karar verdim. Çünkü bugün Türkiye'nin Fransa'da Ermeni Meselesi ile ilgili olarak karşı karşıya olduğu durum, Türkiye'nin içinde bulunduğu ve giderek güçlendiği uluslararası ortamın Türkiye adına karşı bir tezahürüdür. Fransa'nın böyle bir kararı alması ta Libya'dan tutun ki Suriye meselesine, Akdeniz'den tutun ki Kafkas-Hazar ve İran Havzası'na kadar Türkiye'nin bu bölgelerdeki müşahhas varlığından duyulan kaygıdan gelir.
"Türkler Ermeni soykırımı yapmamıştır" hükmünü hapis ve para cezasına çarptıracak olan yasanın Fransa'da kabul edilmiş olması karşısında tarihsel olarak soykırım iddialarına geçersiz kılmaya çalışmak ya da Fransa'nın Cezayir'de yaptığı soykırımı karşı tepki olarak sunmak ne derin akıl açısından ne de büyük devletlerin "Dolaylı Tutum"u açısından muhkem bir yol değildir. Türkiye'nin ilim ve fikir hayatına yön veren âlimlerin ve entelektüellerin kamuoyunda soykırımı geçersiz kılmak için objektif araştırmalar ortaya koymaları ve bunu enine sonuna tartışmaları elzemdir fakat sadece kültürel hayatımıza katkı sağlayacaktır. Zira soykırımı kabul eden ülkelerin hiçbirisi tarihi bir gerçeklik temelinde bu kararları parlamentolarından geçirmiş değillerdir. Eğer Türkiye, bütün taraflardan uluslararası bir ortamda Ermeni Meselesi'ni tarihsel açıdan tartışıp, kati ve bağlayıcı kararları olacak bir konferans talebinde bulunsa, ne Ermenistan ne de başta Fransa olmak üzere hiç kimse böyle bir şeyde Türkiye'nin karşısına çıkamayacaktır. Mezkûr parlamentolarda Ermeni sözde soykırımına oy veren parlamenterlerin hiçbirinin ne Ermenistan ne de Ermeni Tarihi hakkında bir şey bildiklerini sanmak da başka bir yanılgı olacaktır. Şahidim, bilmezler! Çünkü mesele ne Ermenistan ile sınırlıdır ne de Ermeni halkının haklarını savunmak içindir. Kaldı ki, yıllar önce benim de katıldığım bir toplantıda Ermeni gazeteci Hrant Dink şöyle söylemişti: "Fransa, Ermeni Meselesi hakkında hiçbir söz hakkı bulunmayan bir devlettir. Ermenileri sonuna kadar kullanıp bir kenara atmış olan Türkiye değil Fransa'dır" Benzeri tarihi itiraf, ibret ve tespitlere daha fazla girmeyip bir sonraki yazıya saklamak istiyorum. Ama Fransa açısından hadise Dink'in tespitinin özetidir.
Türkiye için gerek olan cari akıl, Fransa ve Fransa gibilerin Türkiye'ye bu havucu göstererek varmak istedikleri siyasi hedefin ne olduğu iyi görmek ve o yolda ilerlerken kendi adına daha sağlam enstrümanlar dizayn etmektir. Fransa'nın siyasi hedefi nedir sorusunun cevabı şudur; başından bu yana açık ki Sarkozy Fransa'sı bugün, Merkel Almanya'sı gelecekte Türkiye'yi Avrupa'daki başlıca yükselen tek rakip olarak görmektedirler. Bedahet makamında olan tek gerçek budur. Kıta Avrupa'sında Almanya-Rusya-Fransa arasındaki güçler ve ittifaklar dengesi ve bu dengenin Fransa aleyhine bozulma ihtimali, Fransa'nın başına gelebileceğinden korktuğu en büyük tehlikedir. Almanya ve Rusya bu yolda büyük adımlar atmaktadırlar, Fransa ise bundan endişe duymakta, güç dengesinin kendi aleyhinde bozulmasını engelleyebilmek için Rusya ile yakınlaşmaya çalışmakta, Almanya'nın gerisinde kalmak istememektedir. Bu uğurda çok stratejik Mistral Projesi'ni bile devreye sokmuştur. Fakat Libya Savaşı'nda saflar belirginleşmiştir. Almanya Rusya ile Fransa ise Amerika ile saf tutmaya karar vermiş görünmektedir. Fransa'nın, ABD ile İngiltere gibi derin ve uzun vadeli bir müttefiklik ortamı tesis edebilmesinin tek yolu Akdeniz'den geçmektedir. Daha doğrusu eğer Fransa geleceğin Avrupa'sında, daha güçlü ve söz sahibi olabilmek amacında ise tek çıkış kapısı Akdeniz hâkimiyetidir. Libya operasyonu buna bir girizgâh olmuştur. Fransa açısından, geleceğin kıta Avrupa'sında ABD'nin yakın müttefiki olabilmek ve Avrupa Barışı'nı koruyup bu vesile ile bölgedeki hâkim odak haline gelebilmeye çalışmak bir yol olabilir. Fakat aynı şeyin Washington açısından cazibeli görünebilmesi için olmazsa olmaz olan, ABD'nin güdümünde ve ama Akdeniz Havzası'nda çok daha güçlü bir Fransa gerektir. Sarkozy'nin Akdeniz Birliği Projesi ve Merkel'in "Eğer Fransa Akdeniz Birliği kurar ve başına geçerse Almanya AB'den çıkar" tehdidi bu derin stratejinin yansımasıdır.
Fransa'nın bu Akdeniz stratejinin kapsadığı hedef alanlar ise tamamen Türkiye'nin tarihsel hinterlandıdır. Dahası zaten Akdeniz'de askeri ve siyasi olarak Fransa dışındaki en büyük güç de Türkiye'dir. Aynı Türkiye bugün bütün bu bölgelerde 10 sene öncesinden çok daha güçlü, itibarlıdır ve kamuoylarında Fransa gibi emperyal-kapitalist bir misyonun ifadesi değildir. Daha da açığı Türkiye ne geçmişte ne de bugün, petrolü ya da doğalgazı için kimseyle dalaşmamış, hiçbir yeri işgal etmemiştir. Başbakan Erdoğan'ın "Libya'da savaşanların Suriye'de niye sustuklarını biliyoruz" ifadesi buradan geliyor. Ama Türkiye öyle değil! Filistin Meselesi'nde de Suriye Sorunu'nda da bildiği yolda ilerliyor ve hem Libya'da hem Tunus'ta bu sebepten Fransa ile de karşı karşıya geldi. Libya'da Kaddafi'yi devirmeye çalışan Fransa, Mısır'da Mübarek'i, Tunus'ta Bin Ali'yi destekledi. Neden? Tarih, Mübarek ya da Bin Ali'nin Kaddafi'den daha az diktatör olduklarını gösterir hiç bir emareyi yazmayacak olmasına rağmen!
Velhasıl, Fransa'nın Türkiye ile düştüğü açmazlar var ve Türkiye bu bölgelerde Fransa ya da başka dışarıdaki herhangi bir güç ile mukayese edilemeyecek kadar meşruiyeti temsil ediyor. Bölgede böyle ifade bulan bir Türkiye ise tabii olarak Akdeniz'de, Levant'ta ve Ortadoğu'nun hemen birçok yerinde Fransa'nın hedeflerine uymuyor. Fransa'nın soykırım yasası Türkiye'nin bu bölgelerdeki ve kamuoylarındaki meşruiyet çizgisi sergileyen profiline indirilmek istenen bir darbedir. Operasyonun amacı, "Türkiye'nin soykırım yapmaya kolaylıkla teşne olabilecek bir güç olduğunu" bölge halklarının ve kamuoyunun gündemine taşımak, Türkiye'nin meşruiyetini itibarsızlaştırmaktır. Fransa'nın çıkarları için bu bölgelerde rakibin ötesinde büyük bir tehdit olarak gördüğü Türkiye, haliyle Fransa'nın bu tür taktiklerine maruz kalacaktır. Önemli olan Türkiye'nin buna karşı zemine ve zamana uygun siyasi-ekonomik politikalar üretebilmesidir.
Acaba neden Fransız Parlamentosu, ABD'nin Irak'tan çekildiği, Suriye ve İran krizlerinin tırmandığı, bölgenin giderek daha geniş bir çatışma ortamına sürüklendiği bir zaman dilimde soykırımı gündeme getirmiştir? Sorunun yanıtı yine sorudadır. Yanlış olan, daha doğrusu Fransa'nın yanlış teşhis ettiği şey, Türkiye'nin Soğuk Savaş psikolojisinden çıktığı gerçeğidir. Yanlış olan, artık gelişen-değişen uluslararası ortamda, Ermeni, PKK, Kıbrıs vb. gibi meseleleri Türkiye'ye karşı kullanmanın Türkiye'yi vizyonundan geri çevireceğini, bunun da Fransa'nın ya da bir başka gücün eline siyasi koz sağlayacağını düşünmektir. Bu stratejik savunma, taktiği hücum görünen bir güç sergilemekten öte değildir! Sarkozy'nin de yakından tanıdığı Prusyalı büyük askeri-stratejist Clausewitz, bu stratejiyle ilerleyen güçlerin kısa vadeli zaferler elde edebilseler dahi yolun sonunda rakip güç karşısında yenilgiye uğrayacaklarını söyler.
baha.erbas@usasabah.com