Rus Parlamentosu'nun alt kanadı olan Duma'nın seçim süreci ve sonuçları hem Rusya'da hem de Batı dünyasında büyük yankı uyandırdı. Zira Rusya Başbakanı Putin, seçim sonuçları sonrasında başlayan ve halen devam eden gösterilerden ABD Dışişleri Bakanı Clinton'u ve ABD Yönetimi'ni sorumlu tuttu.
Putin, göstericileri "malum senaryoya alet olarak, başka ülkelerin Rusya üzerindeki siyasi emellerine hizmet etmekle" suçladı. Putin'in hedef gösterdiği ABD Dışişleri Bakanı Clinton ise Rusya'daki seçimlerin adil olmadığını ifade etti. Bunun ardından içerden yükselen bir ses hadisenin sadece Putin'in bahsettiği gibi malum senaryodan ibaret olmadığı sonucunu çıkarttı. SSCB'nin son lideri olan Mihail Gorbaçov seçimlere çok sayıda hile karıştığını, sandıkların önceden doldurulduğunu ifade edip, seçimlerin iptal edilip yeniden yapılması çağrısında bulundu.
Seçimler dünya basınına da enteresan izlenimlerle yansıdı. New York Times gazetesi, manşetten duyurduğu haberde Putin ve Medvedev'in görev değişikliği niyetini halkın cezalandırdığını iddia etti. Diğer yandan Alman Der Spiegel dergisi Rus halkının Putin'den uzaklaştığını, İngiliz Guardian gazetesi ise halkın artık Putin'i istemediğini ve bu kaygıların seçime yansıdığı ifade ettiler. Dahası Almanya Hükümeti'nin Rusya ile ilişkilerden sorumlu temsilcisi Andreas Schockenhoff, Rusya'da gerçekleşen seçimlerin 'Stalinist yöntemler' ile gerçekleştirildiğini savundu.
Aslında seçim sonuçları, seçim öncesinde Rus kamuoyunda öne çıkan anketlere büyük oranda yakınlık gösterse de seçim sonuçlarına hile karıştığı iddiası olayları palazlandırdı. Bir başka önemli nokta da bu sırada göz ardı edildi. 108 milyon seçmenin %40'ı seçimlere iştirak etmedi. Dolayısıyla seçimlere katılım oranı da düşük kalmış oldu. Bu başlı başına zaten halkın hem yönetime hem de Rusya'da demokrasinin kurumsallaşmasına olan güvenini ve bakış açısını ortaya koydu. Katılımın düşük seyrettiği seçimlerde, iktidardaki Birleşik Rusya Partisi'nin oyların %49'a yakınını almış olması, Rus halkının şu veya bu şekilde %70'inin iktidara güvenmediği gibi bir sonuca da götürüyor bizi.
Bir başka enteresan nokta, Komünizm'i 1991'de tarihe gömen Rusya'da bu seçimlerde Komünist Partisi'nin oylarının bir önceki seçimlere nazaran ikiye katlanarak %19,3'e ulaşmış olması. Aslında Komünist Partisi'nin seçimlerdeki cazibesi, mevcut iktidarın ekonomi politikalarının halka yansıması ile de ilgili. Zira büyük bir araştırma şirketinin yaptığı kamuoyu yoklamasının sonuçları halkın tepkili olduğunu gösteriyor. Anket sonuçlarına göre, Rus halkının yaklaşık %60'ı iktidarın ekonomi politikalarını yanlış buluyor ve dahası %30'luk kesim ise yöneticilerin yolsuzluk yaptığına inandığını ifade ediyor.
Görünen o ki, Rusya'da başlayan olaylar Putin'in iddia ettiği gibi sadece ABD'nin senaryosundan ibaret değil. Rusya bir dönüşümün eşiğinde... Putin'in bu süreç içerisinde takınacağı tavır hem Rusya'nın hem de başta ABD olmak üzere Batı dünyası ile ilişkilerinin geleceğini belirleyecek. Zira, Putin'in iktidara geldiği 10 yıl öncesinden bugünkü Rusya çok farklı. Putin'in ekonomik ve siyasi olarak Yeltsin döneminde yıpranmış olan Rusya'da merkezi otoriteyi tesis ettiği, ekonomiyi düzenlediği, ülkenin genel görünümünü daha istikrarlı bir sürece soktuğu ve uluslararası kamuoyunda daha itibarlı bir Rusya yarattığı gerçek. Fakat bu sürecin yavaş yavaş, bugün bu sürece müdahil olmak isteyen bir orta sınıfı yaratmaya başladığı da başka bir gerçek. Bu orta sınıf geleceğin Rusya'sında rol almak istiyor ve belli ki Putin'in otoriter rejimini ekonomik refah ve toplumsal istikrar açısından artık sağlıklı bulmuyor. Zira yukarıda da arz ettiğimiz kamuoyu araştırmaları, Putin'in partisinin oy oranının %64'ten %49'a gerilemiş olmasının ana nedenini ekonomik sebeplere dayandırıyor.
Rusya ile ABD arasındaki ilişkiler birkaç aydır artan bir gerilim üzerinde seyrediyor. Bu gerilimin başlıca sebebi ise Füze Kalkanı meselesi olarak gösteriliyor. Ayrıca Libya, Suriye ve İran olmak üzere başka bazı uluslararası konularda da iki gücün zaman zaman karşı karşıya geldikleri noktalar oldu, oluyor. Fakat Rusya açısından ABD ile ilişkilerin bugünkü merkezinde Füze Kalkanı var ama ABD'nin gizli ajandasında füze kalkanı sorunundan sonra neyin en öncelikli olduğu kestirilemiyor.
Acaba Washington gerçekten bugünlerde bütün uluslararası kamuoyunda konuşulduğu gibi Suriye ya da İran'a yapılacak olası bir operasyonun dizaynı için mi çalışıyor? Ya da Hem Suriye hem İran konusunda, Rusya'nın malum olan muhalefetini dizginlemek için seçimleri bahane ederek uluslararası bir baskı oluşturmak mı istiyor? Putin'in Çin'i Orta Asya'da pasifize edebilmek için Avrasya Ortak Ekonomik Alanı'na geçişi, bu sürecin ilk adımına doğuda Kazakistan, Batı'da Belarus gibi iki stratejik ülke ile başlangıç vermiş olması önemli bir gelişme. Putin'in bu adımları hem Çin hem ABD ve AB ile Avrasya'nın hem doğusunda hem Batı'sında çok düzlemli bir politik denge kurmak istediğini gösteriyor. Konuşulduğu gibi, Moskova'nın sırf Washington karşısında koz olması adına Pekin ile sonuna kadar yakınlaşması ise Rusya'nın eğilimlerine ve Putin'in hedeflerine aykırı ama dönemsel olarak da göz ardı edilemeyecek bir olasılık.
Mart ayındaki başkanlık seçimleri ile Rusya'nın gelecek on yılını da elinde tutacağı görünen Putin'ın Doğu Avrupa'da Füze Kalkanı Projesi üzerinden ABD ile ilişkileri daha da germe ihtimali mümkün görünüyor. Putin bu sebepten seçimler sonrasında artan olayları tek bir adrese -ki bu Washington- dayandırıyor. Böylelikle kendi açısından içerde ABD'nin devirmek istediği kimse olarak konumunu sağlamlaştırmak istiyor. Dışarıda ise ABD ile ilişkiler açısından başkanlık seçimleri sonrasında doğması muhtemel gerilimli süreçte meşru bir hücum zemini oluşturmak istiyor.
baha.erbas@usasabah.com