O Zeybek
Zeybeğimi, birkaç kızan, vurdular;
Çukurda üstüne taş doldurdular.
Bir de, ya kalkarsa diye kurdular...
Zeybeğim, zeybeğim, ne oldu sana?
Allah deyip, şöyle bir doğrulsana!
Zeybeğim, kalkamaz, dirilemez mi?
Odası mühürlü, girilemez mi?
su ters akan sular çevrilemez mi?
Ne günedek böyle gider bu devran?
Zeybeğim, bir sel ol, bir çığ ol, davran!
Kır at zincirlenmiş, ufuk sahipsiz...
Han kayıp, hancı yok, konuk sahipsiz...
Baş köşede sırma koltuk sahipsiz...
Kızanlar, dört yandan, hep abandınız!
Zeybeğin kanına ekmek bandınız!
Beyni tırmık tırmık, pençelere sor!
Mevsim niçin olgun, bahçelere sor!
Sor; çukuru nerde, serçelere sor!
Ağla, bir dinmeyen hasretle ağla;
Zeybeksiz yolları gözetle, ağla!
Necip Fazıl Kısakürek
1964
***
Adnan Menderes'in yaşayan son evladı, büyük entellektüel, düşünür ve siyaset adamı Aydın Menderes ebediyete irtihal etti. Mekanı cennet olsun. Hayatta tanıdığım en fedekâr Türk kadını, büyük insan Ümran Menderes'in, bütün dost ve sevenlerinin başı sagolsun!
Hayattaki en yakın dostu, en kıymetli ağabeyi, en saklı sırdaşı, en akl-ı selim büyüğümü ve en derin hocamı kaybettim.
Onun siyasi hayatı ve politik düşünceleri ile ilgili bugün bütün Türk basınında birçok şey yazılmış, söylenmiş. Pek bilinmeyen, konuşulmamış 2 hadise dışında o konulara girip söylenenleri tekrar etmeyeceğim. Daha ziyade onun ilim ve fikir dünyası, entelektüel derinliği üzerinde durmak istiyorum.
Aydın Menderes, 1977 yılında TBMM'nin en genç mensubu olarak Adalet Partisi'nden Konya milletvekili seçilmişti. 1979 yılında Süleymen Demirel, kurduğu 6. hükümette Aydın Menderes'e bakanlık teklif etmiş fakat Menderes, hem Demirel'in hem de parti yönetiminin şiddetli ısrarına rağmen bakanlık tekliflerini reddetmişti. Süleyman Demirel'e "Beyefendi, beni mazur görün! Hükümetin en önemli bakanlığını dahi teklif etseniz kabul edemem" demişti. Yıllar sonra neden diye sorduğumda aldığım cevap sadece ona olan saygımı ve hürmetimi artırmıştı.
İkinci hadise, konuşulduğu gibi, 1992'den itibaren Cumhurbaşkanı Özal, yeni bir siyasi oluşum peşinde idi. Özal'ın niyeti, Cumhurbaşkanlığı süresini tamamlayıp tekrar siyasete dönmekti. Bu yolda onunla yürüyecek bir kimse arıyordu ki bu basın ve medyaya da yansıdığı gibi Menderes idi. Rahmetli Özal, uzun bir Avrupa-Balkanlar seyahatinden yeni dönmüş ve hemen durmaksızın 5 Nisan 1993 günü Orta Asya gezisine çıkmıştı. 3 Nisan gecesi Çankaya Köşkü'nde gece yarısı yaptıkları görüşmede Menderes ve Özal yol haritasını çizmiş ve Özal'ın Orta Asya gezisi dönüşü harekete geçme kararı almıştı ikili. Ama maalesef Özal, Orta Asya'dan döndüğünün ertesi günü vefaat etti. Eğer Özal'ı kaybetmemiş olsa idik Menderes ve Özal isimleri yeni bir siyasi çatı altında biraraya gelecekti.
Eskiler "Mütebahhir" derdi. Tebahhur olan kimse. İlim deryası, ilmin derinliğine varmış, vasi olmuş kimse. Onu, Mütebahhir'den farklı ve üstün kılan özelliği, "Mütebahhir" olan kimsenin herhangi bir ilmi sahada o sahanın derinliğine ermiş olan kimse olmasına karşın, onun tarihten siyasete, dış politikadan felsefeye, kültür ve sanattan edebiyata, sosyolojiden filolojiye, iktisattan teolojiye, antropolojiden tasavvufa kadar birçok sahada aklın ötesinde bir derinliğe sahip olması idi. Hezarfen idi...
Ona olan hayranlığı artıran, sadece her hal ve şart karşısında hep itidali tavsiye eden bir siyaset ve devlet adamı olması değil, ilmi derinliği, eşsiz tevazu ve hoşgörüsü ile aynı zamanda büyük bir hoca olması idi. Ödevler vermesi, verdiği vazifeleri takibi ve meselelere yaklaşımındaki objektifliği-akademisyen titizliği hiç unutulmayacak. Dünyada tanıdığım en hızlı ve çok yönlü okuyan kimse idi. Hafızasının keskinliği, dünya meselelerini ve sadece Türkiye değil başta Amerika olmak üzere Batı yazınını çok yakından takibi bazen insanı hayretlere düşürür cinstendi. Çok defalar, Amerika'da yeni çıkan önemli bir politika ya da tarih kitabından bizden(Amerika'da yaşadığım için bu vurguyu ekliyorum) önce haberi oluyor, ondan öğrenip okuyorduk. Rahatsızlanmadan önce okuduğu en son ingilizce kitap The Great Game: The Struggle for Empire (Peter Hopkirk) idi.(Londra'dan akademisyen bir dostum bana göndermişti. Okumuş, çok beğenmiştim. Bu vesile ile aynı kitaptan 2 tane almış, birini büyük tarihçi Halil Inalcık'a, diğerini de ona göndermiştim)
Ankara yıllarında çok sık ve devamlı görüşüyor, böylelikle çok daha fazla istifade ediyorduk. Her zaman birçok farklı konularda karşıt kitabları hem okuyor hem de geniş zaman diliminde tartışabiliyorduk. Onun salık verdiği 700'e yakın kitap yine ödev verdiği 80'e yakın temel eser onun hatırası olarak kütüphanemde duruyor. Ama New York'a taşınınca mekan mefhumu ortadan kalktı fakat mektublaşmalar başladı. Geçtiğimiz 2 yıl içerisinde yazdığı 40'a yakın mektubu bir ömür saklayacağım. Her mektubunda siyaset, tarih ve uluslararası ilişkilere dair büyük ufuklar açan tespitlerini de bir ömür unutmayacağım.
Rahatsızlanmadan evvel değerli tarihçi Sükrü Hanioğlu'nun Atatürk: An Intellectual Biograpy adlı kitabını istemiş, "Sen de oku, mutlaka tartışalım" demişti. Kitab eline ulaştığında henüz rahatsızlanmıştı. Nefes veren, okumayı nasip etmedi. Takdir böyle imiş...
Hem Hafız'ı hem Cami'yi hem Fuzuli'yi hem Nabi'yi hem Yahya Kemal'i hem Pushkin'i, hem Kant'ı hem Weber'i, hem Ibni Arabi'yi hem Mevlana'yı, hem Ibni Rusd'ü hem Ibn'i Haldun'u, hem Fatih'i hem Uzun Hasan'ı, hem Kanuni'yi hem V Charles'ı, hem Yavuz Selim'i hem Sah Ismail'i ondan dinledik. Hem Machiavelli'i hem Clausewitz'i hem Mahan'ı hem Spykman'ı, hem Roosevelt'i hem Stalin'i hem Churchill'i hem Mao'yu ondan öğrendik.
Aydın Sultan ruhun şad, ahiret yolun da dünyadaki gibi mustakim olsun!
baha.erbas@usasabah.com