Amerikan Noble Enerji şirketinin Kıbrıs'ın güneydoğusunda Rum Kesimi ile ortaklaşa sondaj çalışmalarına başlaması Doğu Akdeniz'de zaten var olan gerilimi tırmandırdı. Bunun hemen ardından Türkiye ile KKTC arasında New York'ta "Kıta Sahanlığı Paylaşım Anlaşması" imzalandı ve savaş gemileri eşliğinde Türk arama gemisi, doğalgaz ve petrol aramak için bölgeye gönderildi.
Birçok kesim Doğu Akdeniz'de olası bir çatışma senaryosundan bahsetse de bu büyük bir stratejik huruç hareketinin başlangıcı olmadığı takdirde mevcut şartlarda pek de mümkün gözüken bir olasılık gibi durmuyor. Kaldı ki Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) da Türkiye gibi 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin resmi bir tarafı olarak kabul ediliyor ki bu uluslararası hukuk açısından Ankara'yı açmaza sokan başka bir gelişme. Zaten bu noktadan yola çıkarak Amerikalılar ve AB başkentlerindeki diplomatlar, GKRY'nin bölgede petrol ve doğalgaz arama faaliyetlerinin Uluslararası Hukuk açısından uygun olduğunu söylüyorlar.
Zira her şeyden evvel Mayıs 2004'ten bu yana resmi olarak AB üyesi olan GKRY ile olası bir sıcak çatışma, Türkiye'nin AB üyelik sürecini sonlandırabilir. Maalesef gözden kaçmaması gereken ikinci bir nokta da, Kasım 2006 tarihinde AB Konseyi aldığı bir karar ile Türkiye-AB müzakere sürecini oluşturan 35 fasıldan 8'ini, Türkiye'nin GKRY gemilerine Türk limanlarını açmasına bağlaması. Türkiye'nin ise liman ve havaalanları 1987'den bu yana GKRY'e kapalı bulunuyor. GKRY de zaten geçmişte 6 müzakere başlığını bloke etti. Bu bağlamda AB ile Doğrudan Ticaret Tüzüğü, Aralık 2009'da yürürlüğe giren Lizbon Anlaşması da bu sebepten dolayı sürüncemede kalmaya devam ediyor.
Türkiye, Libya'daki Türk vatandaşlarını tahliye ederken, Türk hava ve deniz kuvvetlerinin çağdaş ve güçlü yapısı, bütün dünyanın dikkatini çekti, takdirini topladı. Bu vesile ile de hem Türkiye'nin Akdeniz'de var olma mecburiyeti hem de deniz kuvvetlerinin önemi bir kez daha teyit edilmiş oldu. Kıbrıs Meselesi'nin AB ile ilgili boyutunda ise Fransa ve Almanya başta olmak üzere AB, Türkiye'ye Kıbrıs ile ilgili verdiği taahhütleri yerine getirmediği gibi, Türkiye'nin de Limanlar ve Doğrudan Ticaret Tüzüğü konusunda gerekli adımları atmasını ön şart koşuyor ve AB'ye ait geçmişteki taahhütleri ise görmezden geliyor. Bu durum ise Türkiye ile ilgili AB'nin geleneksel stratejisi olan "Vermeden almak" yolunda bir başka derkenar gibi gözüküyor. Zira Türkiye'nin Kıbrıs'ta verecekleri karşılığında, alacağı kesin olan hiçbir şey söz konusu olmadığı gibi, AB'nin eski AB olmadığı da ayrıca şerh edilmesi gereken bir durum.
Başta, GKRY'nin hamisi konumundaki Yunanistan'ın iflası olmak üzere, AB'nin 2008 Ekonomik Krizi'nden bu yana yaşadığı tecrübeler, AB'nin her hali ile birleşmiş ya da birleşme umudu vaat eden bir birlik olmaktan çok uzak olduğunu, tam bir birlik değil ama Brüksel'de meskûn kalmak niyetinde olan bürokratik bir yapı olduğunu gözler önüne bir kez daha serdi. Bu ise Türkiye'de bazı kesimlerin uzun yıllardır dile getirdiği "Bir Kıbrıs yüzünden AB üyeliğimizi mi riske atacağız" düşüncesinin ne denli içi boş bir söz olduğunu ziyadesi ile gösterdi.
Akdeniz'in en büyük 3 adasından biri olup, Doğu Akdeniz'in en büyük adası olan Kıbrıs'ın, Türkiye sahillerine 65 km, Suriye sahillerine 110 km, Lübnan sahillerine 160, İsrail sahillerine ise 250 km. olması, adaya bütün Doğu Akdeniz'i oturduğu yerden gören ve kontrol eden stratejik bir uçak gemisi görünümü katıyor. Herhalde Doğu Akdeniz'de bir ada olmasa idi, bir süper gücün Doğu Akdeniz'e yerleşmesi mutlaka icap etse idi, Kıbrıs'ın bulunduğu bölge, hem Anadolu'yu hem Levant dediğimiz Suriye-Lübnan-Israil sahillerini hem de Süveyş Kanalı üzerinden uluslararası enerji-ticaret güzergâhını ve K.Afrika'yı kontrol etmek için biçilmiş kaftan olurdu.
Stratejik olarak Türkiye için "Hinterland"dan da daha öte öneme haiz diyebileceğimiz bir bölgede, Türkiye'nin böylesine değişen bir ortamda Kıbrıs ile ilgili herhangi bir tavizi, "Türkiye-Bölgesel Güç" sözlerinin konuşulduğu bir tarih diliminde ironik olacaktır. Ayrıca bilmekte fayda var ki Türkiye'nin Kıbrıs konusunda vereceği bir taviz, Türkiye'nin İsrail'e verdiği ve verebileceği altın tepsideki en büyük fırsat olacaktır. Zira bu noktadan hareketle Başbakan Erdoğan, gayet yerinde ve haklı olarak "Artık Doğu Akdeniz'de gemilerimiz daha sık görünecek, İsrail istediği gibi at oynatamayacak" dedi. Türkiye'nin bu bölgede vereceği en ufak bir taviz, II. Dünya Savaşı yıllarında, Türk Hükümeti'nin 12 Adalar'a Yunanistan'ın silahlanarak yerleşmesine göz yumduğu tarihi gafletin aynını tekrarlamaktan başka bir şey olmayacaktır. Olası senaryo, Türkiye'yi tarih önünde dönüşü olmayacak zor bir koridora rahatlıkla sokabilecektir. Zira bugün Türkiye'nin Akdeniz'de, Fransa karşısında en büyük güç olabilmesinin önündeki ilk ve belki de en büyük engel, 12 Adalar ve Ege'de hala çözüm bekleyen Kıta Sahanlığı Meselesi'dir. Çünkü sırf bu sebepten dolayı Türkiye'nin olası "Amfibik Harekât" alanı deniz kanadı açısından hemen hemen ölüdür ve Türkiye gibi bir ülke açısından bu durum yakın deniz bölgesinde en büyük stratejik mahrumiyeti doğuran potansiyel tehdittir.
baha.erbas@usasabah.com