Her zaman her şeye müdahale eden ve oy hakkı bulunan Avrupa, Uluslararası diplomasi ne zaman tıkanır ya da dünyanın herhangi bir bölgesindeki sıcak çatışmaları engelleyemez veya mevcut çatışmaların ve krizlerin karşısında çaresiz kalırsa sadece izlemeyi yeğler.
Dünyanın birçok bölgesindeki sıcak çatışmalar ve kaos ortamları için BM gibi küresel bir kuruluş NATO gibi bölgesel güvenlik teşkilatlarından yardım talep ettiği vakit Avrupa genellikle susar ya da kerhen sınırlı destek verir.
Avrupa bugün de Afrika ve Ortadoğu gibi sıcak çatışma bölgelerindeki önemli hadiseler karşısında bir çok zaman askeri olarak çekingen ve muğlak bir tavır takınıyor. Bu durum ise uluslararası arenadaki ekonomik ve diplomatik gücü ile mukayese edilemeyecek bir abesi doğuruyor.
Avrupa, II. Dünya Savaşı bitip Dinyeper Nehri'nden Paris'e kadar yıkıldığında ABD'den başka çalacak kapı bulamadı.
Zaten ABD, daha savaş esnasında Normandiya Çıkarması ile Avrupa'nın kaderini değiştirmişti.
ABD'nin küresel amaç ve hedefleri, II. Dünya Savaşı'nda Berlin'e kadar gelmiş Kızıl Ordu'dan ve savaş sonrasındaki Sovyet Yayılmacılığı'ndan Avrupa'yı korumayı hayati kılıyordu.
Bu ise ortak bir güvenlik teşkilatı ile şekillendirilebilirdi. NATO bu temel saik üzerine Avrupa merkezli bir ittifak olarak doğdu. NATO'nun ilk genel sekreterlerinden Lord Ismay " NATO, Sovyet Rusya'yı dışarıda, ABD'yi içerde ve Almanya'yı aşağıda tutmak için var" demişti.
ABD, IMF ve Dünya Bankası, II. Dünya Savaşı'nda harap olmuş Batı Avrupa ülkelerini ekonomik ve mali olarak desteklediler. I. ve II. Dünya Savaşları arasında silahlanma yarışına giren, daha sonra savaşın getirdiği yüklerle çöken Batı Avrupa ülkeleri, 1950'li ve 60'li yıllarda bir yandan IMF, Dünya Bankası ve ABD'nin ekonomik desteği ile güçlenirken diğer yandan da bütün dönem boyunca savunmasını NATO ve dolayısıyla ABD'ye havale ederek bu günlere geldiler. Avrupa'nın refah temelli "Sosyal Devleti" işte böyle bir süreçte doğdu.
Aynı dönemde İngiltere, Belçika, Hollanda, Almanya, İtalya ve Türkiye gibi ülkelere ABD üsleri ve askerleri konuşlandırıldı.
Avrupa'nın güvenliği açısından, ABD'nin Normandiya Çıkarması'ndan Kosova Krizi'ne kadar üstlendiği tartışmasız "hamilik" rolü NATO vesilesi ile pekişti. Şüphesiz 20. yüzylın en önemli ve güçlü ekonomik entegrasyonu olan 'Avrupa Birliği" ise bu ortamda ekonomik olarak gelişerek daha Soğuk Savaş bitmeden dünyanın en büyük ihracatçısı haline geldi. 1980 yılına geldiğimizde ABD GSMH'si 2,5 trilyon doları (2.590) henüz aşarken 12 üyeli AB (AET)'nin GSMH'sı 3 trilyon dolara(2.907) yaklaşıyordu.(1)
Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, ABD'nin Avrupa üzerindeki güvenlik merkezli vesayetini devam ettirmek istemesi birliğin bazı üyelerinde büyük bir rahatsızlık sebebi oldu ve hala oluyor. Avrupa Ordusu fikri ise buradan doğdu. Fakat geçtiğimiz 10 yıl içinde AB, operasyonel güçlü bir Avrupa Ordusu oluşturmak adına çok şey yapmadı.
Bugün gelinen noktada bir taraftan güçlü bir Avrupa Ordusu oluşturmak konusunda gerekli iradeyi gösteremeyen birlik üyeleri, diğer taraftan da ABD'nin bölgedeki askeri gücüne kendilerini mahkûm hissetmenin verdiği rahatsızlığın içindeler. Almanya-Fransa'nın geçen her gün Rusya ile safları sıklaştırması ise Avrasya'nın geleceği açısından başlı başına ve sadece Avrupa ile sınırlandırılamayacak kadar önemli bir konu.
NATO ise her halükarda Avrupa'daki mevcut gücünü muhafaza etmekte kararlı görünüyor ve bunu da başaracaktır!
Geçtiğimiz yıl Almanya, Belçika, Lüksemburg, Hollanda ve Norveç, NATO'ya başvuruda bulunarak Soğuk Savaş'tan kalma ABD nükleer silahlarının Avrupa'dan geri çekilmesini talep ettiler. Bunun üzerine ABD Dışişleri Bakanı Clinton ise, ABD'nin Avrupa'nın güvenliği ile ilgili taahhütlerinden kesinlikle geri adım atmayacağını açıkladı.
Nitekim aynı günlerde ABD Savunma Bakanı Gates "28 NATO üyesinden sadece 5'inin savunma harcamalarının GSMH'lerinin %2'sini aştığını, Avrupa'nın NATO'nun kapasitesini sınırladığını belirterek AB'yi eleştirdi.
AB, 1999 Zirvesi'nde Arupa Ordusu ile ilgili aldığı karar ve hedefleri yerine tam olarak getirmedi.
2007'de Darfur ve Çad Krizleri esnasında BM, AB'den bölgeye askeri yardım talebinde bulununca, AB'nin bölgeye asker sevk etmesi 6 ay sürdü! Benzeri şekilde 2008 Kongo Krizi'nde AB, BM'nin asker talebini reddetmek zorunda kaldı.
Avrupa'nın güvenliğinin, bu güvenliğin şekil ve boyutlarının, hedef ve taktiklerinin yakın vadede AB ülkelerince oluşturulacak büyük bir Avrupa Ordusu tarafından şekillendirilmesi mümkün görünmüyor. Diğer taraftan bu durum ise uzun vadede ABD'nin ve NATO'nun bölgedeki gücünün teminatını oluşturuyor.
1- Paul Kennedy, The Rise and Fall of the Great Powers, Random House, New York, 1987, S. 436