Artık çok tehlikeli o zamanlardan bahsetmek. Bunu bilinç-altı olarak biliyoruz, seziyoruz. Çünkü başımıza çok vuruldu bu yüzden. Eskinin "İlmiye sınıfı"nın bu ülkenin başına ne çoraplar ördüğü her fırsatta söylendi, propaganda edildi. Osmanlı'nın bütün somut-soyut kurumlarıyla birlikte "ilim" kurumu da bilinçaltımızın derinliklerine itildi. Ardiyelere, dehlizlere sürüldü. Sebebi neydi? II. Mahmut'tan önce başlayan ve onunla ete kemiğe bürünen ıslahatlar. Batılaşma telaşı ve mecburiyeti.
Fasih Türkçe o vakitler İstanbul'un genelinde değil; yalnızca Aksaray'da, Horhor'un üst mahallelerinde konuşulurdu. "İlim -aristokrasisi- Aksaray'a inmez" deniliyordu. Yani yerinden kıpırdamazdı. Bir otoritesi, saygınlığı ve yarı-hermetik, yarı efsunlu bir dünyası vardı. İdam edilemezdi bu sınıf mesela. İdamın gerektiği çok nadir durumlarda, rütbeleri yükseltilip idari veya mülki makamlara getirilirlerdi. Buna sevinenler de olmuştur tarihte. Ama hepsi dahi Cevdet Paşa gibi değildi. Bazen bu rütbe ve sınıf değiştirmeler, idamın imkan haline gelmesi için manivela olarak da kullanılırdı. Tarihte böyle -trajik yanlış anlamayla- sevinmiş, akşam eve gelince; "Hanım, bak ek göstergem dört bin altı yüz oldu!" diyerek yağlı urganı görmüş bir kaç sınıf üyesi mevcuttur. Maal'esef ve maat'teessüf.
II. Mahmut'tan sonra İlmiye sınıfı büyük bir dayanaktan yoksun kaldı. Klasik Osmanlı zamanlarında daima Yeniçeri'nin arkası, zihni, beyni, maneviyatı ve heyecanı olan İlmiye, Yeniçeri'nin ortadan kalkmasıyla bu dayanaktan yoksun kaldı. Yozlaşma bütün Osmanlı kurumları gibi bu sınıfı da süratle, cüzzam gibi sardı. İlmiye'nin, tayin edildiği yere gitmeden, sadece hak ettiği (yani hiç hak etmediği) ulufeyi İstanbul-Aksaray'daki ATM makinelerinden iktisap ettiği zamanlara gelindi. Şu kadarını söyleyeyim: Anadolu'da bugün hayvanlara verilen yeme "alaf" denir. "Ulufe"den gelir. O kadar yani, maal'esef.
Kadro dergisinden itibaren (1930'ların başı) Cumhuriyet bürokrasi yazarları, sonraları (1960'lardan sonra) da Doğan Avcıoğlu (Bkz. MDD doktrini), Doğu Perinçek (sadece gülümseme işaretiyle yetiniyorum:), Aziz Nesin (belki de en masum ve bağımsız olanı), Yalçın Küçük ('Aydın Üzerine Tezler'inin büyük kısmını Genel Kurmay arşivlerinden faydalanarak yazmıştır; sürekli biçimde 'bağımsız aydın' vurgusuyla!), Tarık Akan (Bir önceki Aktüel'de Alper Görmüş'ün harika analizine bakınız), Gülruz Sururi (Google'a bakınız), Yılmaz Özdil (Bu gün, 'kamuoyunun en çok güvendiği devlet kurumlarının başında gelmektedir' ama işte artık gelememektedir ve bunun acısı içinden rakı içmekte, yazı döşemektedir) Metin Uca (Boş verin) ve isimlerini tabii ki sayamayacağım kadar çok filozof, düşünür ve sanatçının tevarüs ettiği gelenek, aslında bu gelenekti. İlmiye geleneği yani.
Bunlar, "Yeni" Yeniçeri Ordusu'nun payandası olarak yeniden eski "mutlu zamanlara" ulaşmak istediler. Yeni Yeniçeri Ordusu'nun ultra-modern "İlmiye" sınıfını üstlenmek, ihya etmek istediler. Peki, ama bu sınıfın "İlmiye" ile ortak bağı nedir? Bir kaç önemli yazarı hariç tutarsak, tiyatro Türkçesi bilmek. Bunu da da "Biz her şeyi biliyoruz; çünkü en kusursuz, en güzel İstanbul Türkçesi bizde" kibriyle satıyorlar. Aksaray'a da inmiyorlar tabii. Büyük şairimiz Cemalettin Seber'in (Cemal Süreya) dizeleriyle söyleyelim: "Kahvelerde subay yok!"
Bir vecizedir; nedense her söylendiğinde dilin altındaki baklayı biraz daha derine itmektedir: Sağlıklı demokrasilerde orta sınıf şart! Neden? Hiç kimse bilmiyor. Acaba, orta sınıflar, yani burjuva, haklarını her şekilde korur da ondan mı? Elbette. Fransız Devrimi'nden sonra çıkarlarını giyotinlerden sızan kanla yazdılar. "Orta"nın altındaki sınıfların elinden çıkarlarını söke söke aldılar. Muğlak bir "Ulus" ve yine oldukça muğlak "Özgürlük" kavramlarını, hokus pokusla herkesin "hülyası" haline getirdiler. Paris'te Saint-Germaine caddesinde dolaşırken, rehberimiz bir gün kafilemize şunu söylemişti: "Seine nehrinin üzerindeki Özgürlük heykelinin yüzü, aslında Manhattan adasındakinin yüzüne bakmaktadır." 1789'un, 1781'den (ABD Anayasası) ilham aldığı açıktır.
Ne eski Yeniçeri Ordusu; ne de yenisi. İkisinden de uzak, bağımsız ve hür bir vicdanın çalışanları nerede gerçekten bugün? Entelektüelin çıkar ve firma hesaplarından uzak bir hayatının olması gerekiyor. Hiçbir modern "trend" kavramın iğvasına ve yanar-döner albenisine kapılmayacak bir dünyasının olması gerekiyor. Orta sınıf demokrasi için gerekli; ama entelektüel orta sınıf, hayatımızın nafile çalkantılarla dolu saçmasapanlığını bir parça tedavi edebilmek için daha çok gerekli.