ABD Dışişleri Bakanlığı, Dünya Basın Özgürlüğü Gününde görevi başında öldürülen gazetecileri andı.
Malta'dan Meksika'ya, Slovakya'dan Afganistan'a bir çok ülke ve o ülkelerde öldürülen gazetecilerin isimleri geçti.
ABD sözcüsünün Heather Nauert'in tek kelime bahsetmediği bir yer daha vardı, orası Filistin'di.
İsrail askerleri 30 Mart'tan bu yana Gazze'de 50 Filistinliyi katletti.
Öldürülenlerin bir bölümü çocuktu, iki de gazeteci bulunuyordu.
7 Nisan'da Yaser Murtaca, 13 Nisan'da ise Ahmet Ebu Hüseyin, İsrail keskin nişancıları tarafından vurularak şehit edildi.
Her ikisi de Gazze'de gazetecilik yapıyordu.
Filistinlilerin 30 Mart'ta başlattıkları büyük dönüş yürüyüşleri sırasında abluka altındaki Gazze'de sınıra yürüyen kalabalığın, 1948 yılında ellerinden alınan evlerine meşru dönüş haklarını savundukları gösteriler sırasında İsrail askerlerinin gerçekleştirdiği saldırıları dünyaya duyurmaya çalışıyorlardı.
Gazze'de sınıra mevzilenen İsrail keskin nişancıları, 6 haftadır devam eden direnişte, 50 Filistinliyi hedef gözeterek öldürdü, onlardan 2'si, işte bu gazetecilerdi.
Katledildikleri sırada üzerlerine "Press" yazılı gazeteci yelekleri vardı.
Keskin nişancılar, dürbünleriyle o yazıyı gördükleri halde, Filistinli gazetecileri vurarak, şehit etti.
İsrail 2 gazeteciyi katletti, onlarcasını ise yaraladı.
Gazeteciler direk hedef alınıyor çünkü İsrail katliamlarını dünyaya duyuran onlar.
Gazze'de katliamlar devam ediyor.
Sadece bugüne de özel değil.
Yıllardır süregelen bir durum var Filistin topraklarında.
Binlerce Filistinli, onlarca gazeteci öldürüldü.
Yaser Murtaca ve Ahmet Ebu Hüseyin'e dikkat çektik çünkü bu ikisi tam da Amerika'nın Dünya Basın Özgürlüğü Günü dolayısıyla yaptığı anma etkinliğine denk gelmişti.
İkisi de geçtiğimiz bir ay içerisinde öldürüldüler.
ABD Dışişleri Bakanlığı ise onları görmezden geldi.
Çünkü o gazetecilerin katilleri İsrail askerleriydi.
İsrail'in gasp ettiği Filistin toprakları, yıktığı Filistinlilerin tapulu evleri, o ev ve arazilere yasa dışı yollarla yerleştirilen işgalci Yahudiler, öldürülen Filistinliler, dövülen yaşlı kadınlar, Ahet Tamimi gibi esir alınan çocuklar, Müslümanların ilk kıblesi Mescidi Aksa'ya yönelik saldırı ve ihlaller, Kudüs ile Batı Şeria'yı birbirinden ayıran utanç duvarı ve Gazze'deki abluka, bunların hiçbiri ABD'nin gündemine asla gelmez.
Obama döneminde Netanyahu'ya gıcıklık olsun diye ara sıra göstermelik yapılan yazılı uyarıların dışında İsrail'in katliamlarına ABD hiçbir zaman ses çıkarmadı.
Son bir yıldır ise açık şekilde İsrail saldırılarına ABD'den destek verildiğini görüyoruz.
Kudüs'ün illegal bir kararla İsrail'in başkenti olarak tanınma girişimi de bunun en çarpıcı örneğidir.
İsrail, işgal ettiği Filistin topraklarında Filistin varlığına tahammül edemiyor. Çünkü orada kalıcı olmasının tek yolu tüm Filistinlilerin o coğrafyadan gönderilmesine bağlı.
Aksi halde işgali tehlikeye girecek.
ABD ise buna yıllardır tuttuğu çanağı iyice sağlamlaştırdı.
ABD'nin İsrail işgaline verdiği prim İsrail'i şımarttıkça şımartıyor.
6 haftada kendi topraklarında BM'nin kendilerine tanıdığı meşru bir hak olan eve dönüş taleplerini, hiçbir şekilde silahlı eylem yapmadan, barışçıl gösterilerle duyurmaya çalışan insanların üzerine kurşun yağdırılıyor.
Bu süreç 14 Mayıs'a kadar devam edecek.
İsrail'in kuruluş yıldönümü olan ve Filistinlilerin Nekbe yani büyük felaket olarak adlandırdığı 14 Mayıs'ta ABD Tel Aviv'deki büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma eylemini planlıyor.
Eğer ABD Dışişleri Bakanlığı, bugün yaptığı gibi dünyanın dört bir yanından öldürülen gazetecileri sayıp da Filistinli gazetecilerden tek kelime bahsetmeyerek İsrail'in katliamlarını meşrulaştırma çabalarına son vermez, hele bir de büyükelçiliklerini tam da 14 Mayıs günü Kudüs'e taşıma fikrinden vaz geçmezlerse bu süreçte daha çok Filistinli hayatını kaybeder.