Mustafa Taha Dağlı

Mustafa Taha Dağlı

24 Aralık 2016, Cumartesi

Ne işimiz mi var EL BAB’da

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan köşesinde sormuş, "Ne işimiz var el Bab'da" diye.

El Bab operasyonu, 24 Ağustos'ta başlayan Fırat Kalkanı Harekatının bir parçasıdır.

Ne işimiz var el Bab'da demek, "Fırat Kalkanı operasyonuna ne gerek var" demekle aynıdır.

Fırat Kalkanından önce sınırdaki topraklarımıza özellikle de Kilis'e yönelik roketlerle terör saldırıları gerçekleştiriliyordu.

Fırtına Obüslerle yapılan müdahalelerin ardından Azez-Cerablus hattının korunması için Fırat Kalkanı operasyonu başlatıldı. Kilis'e yönelik DAEŞ ve PYD tehditleri püskürtüldü.

Harekatın daha ikinci haftası dolmadan Cerablus merkezi ve çevresindeki köylerle kasabalar kurtarıldı. İlk etapta 20 binden fazla Suriyeli mülteci, 'mülteci' sıfatlarını Türkiye'de bırakarak, kendi topraklarına, evlerine döndü.

6 yıllık süreçte ilk kez Suriyeliler güvenli bir şekilde ülkelerinde yaşamaya başladı.

Yani Fırat Kalkanı operasyonu yapılmasaydı, El Bab'a da girmeyecektik.

Suriyelileri bırakın bizim kendi halkımız kendi ülkemizde, DAEŞ teröristlerinin roketli saldırılarına hedef olmaya devam edecekti.

DAEŞ'le birlikte PKK uzantısı PYD teröristleri Azez-Cerablus'a yani burnumuzun dibine gelecekti.

Bu iki terör örgütü hep aynısını yaptı, biri bir yeri aldı sonra diğerine verdi. Azez de Cerablus da öyle olacaktı.

Azez-Cerablus'u kurtardıktan sonra harekat bu bölgenin güneyini de kapsıyordu. Yani El Bab ile Münbiç'i.

DAEŞ-PYD toprak takası orada da var çünkü.

O nedenle "bize ne El Bab'dan" demek, PKK-PYD'nin Fırat'ın batısına geçmesine de bizim sınırlarımızda daha da fazla yapılanmasına da ses çıkarmamak, destek olmak demektir.

Ahmet Hakan yazısında bir soru daha soruyor, "Ne oldu da bizim El Bab'da böyle bir işimiz oldu" diyor.

Burada suçu Türkiye'ye yüklüyor.

Suriye'nin bir bataklığa dönüşmesinde Türkiye'nin payının olduğunu bu nedenle de bugün El Bab'a girdiğimizi kast ediyor.

İyi de Suriye'de katliam sürecini Türkiye başlatmadı ki.

Aksine 2011 Mart-Ağustos arası Türkiye, Esat yönetimiyle diplomatik ilişkilerine devam edip, reform çağrıları yaptı.

6 ay sonunda Esat katliamlara devam edince, Türkiye net tavrını belirledi, o tavır da mazlumdan yana olmaktı.

Türkiye, Şam rejimiyle bağlarını kopartan son ülke oldu.

Bizden önce Amerika, AB hatta Körfez ülkeleri, hem yaptırımlar koydu hem de büyükelçilerini çekerek, diplomatik kanalları kapattı.

"Esat gidecek" lafını da ilk söyleyen Amerika Başkanı Obama'ydı.

Türkiye 2011'den bu yana Suriye'de akan kan dursun diye en çok çaba sarf eden ülke oldu. Evet Amerikalılar da AB ülkeleriyle de Körfez ülkeleriyle de sırf Suriye'de savaş dursun diye görüşmeler yapıldı.

Onlardan hiçbir hayır gelmeyince de Ruslarla, İranlılarla görüşüldü.

Hepsinde de amaç Suriye'de savaş dursun, bizim ülkemize de daha fazla zarar getirmesindi.

Ama Türkiye adım attıkça birileri de yangına benzin döktü.

Anlaşıldı ki Suriye savaşı, alt yapısının farklı güçler tarafından oluşturulduğu bir savaştı.

Esat ya da Suriye halkına sadece ortadaki kıvılcıma ateş olmak kalmıştı.

Suriye'de her büyük gücün farklı bir ajandası var.

Bunlar sonradan gelişen olaylara göre alınmış kararlar değil belli ki planlar baştan yapılmıştı.

O nedenle Türkiye'yi Suriye'yi bu hale getirmekle suçlamak, hele ki bu yargının içerisine "ne işimiz var El Bab'da" sorusunu katmak sokak ağzıyla yapılan yüzeysel bir yorumdur.

Eğer basit bir yorumdan ibaret değilse terör örgütlerine yönelik operasyonlara yapılmış ağır bir eleştiridir ki bunu aylardır PKK'lılar da söylüyor onlara hamilik eden AB ülkeleri de.

SON DAKİKA