Haziran 2015'te PYD terör örgütü sınırımızın karşı tarafındaki Tel Abyad'ı işgal etti.
Tel Abyad, bir terör örgütünden diğerinin elindeydi, Türkiye uyardı, beklemeye başladı.
Aralık 2015'te PYD Fırat nehri üzerindeki Teşrin barajını işgal etti.
Fırat'ın batısına geçmeleri an meselesiydi, Türkiye bir kez daha uyardı.
Haziran 2016'ta Münbiç'e operasyon başlatıldı. Münbiç, Fırat'ın batısında kalıyordu. Yani DAEŞ'ten alınıp PYD'ye verilmesi halinde PYD terör örgütü Fırat'ın Batısına geçmiş olacaktı. Türkiye son kez uyardı.
Ağustos 2016'ta Münbiç operasyonu sona erdi. PYD terör örgütü Münbiç'i işgal etti yani Fırat'ın batısına geçildi, kırmızı çizgi aşıldı.
Türkiye yaptığı uyarıları hatırlattı, ABD "PYD Münbiç'ten çekilecek" sözünü verdi.
Birkaç gün sonra PYD açıklama yaptı, "çekildik" denildi, yerlerine ise Suriye Demokratik Güçlerinin geçtiği açıklandı.
Suriye Demokratik Güçleri adı altındaki oluşum PYD-PKK'nın kendisiydi. İsim değişikliğiyle operasyon çekmeye çalıştılar, kimse bu ucuz yalana inanmadı.
Peki bu süreçte yani PYD adım adım Fırat'ın batısına geçerken, Türkiye de her adımın ardından uyarılarını yaparken Cumhurbaşkanı Erdoğan hangi mesajları veriyordu.
Bir hatırlayalım.
Mayıs ayında iki ayrı konuşmasında şöyle dedi, "biz kendi işimizi kendimiz görürüz", "kendi göbeğimizi kendimiz keseriz".
Nitekim 24 Ağustos'ta Fırat Kalkanı operasyonu başladı.
Mustafa Kemal Atatürk'ün "hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardı, o satıh bütün vatandır" stratejisi tam 95 yıl sonra hayata geçirildi.
Gazi Mustafa Kemal o sözü, 1921'deki Sakarya Meydan Muhaberesinde söylemişti, bu bir savunma planıydı, vatanın bütünü kapsayan bir savunma stratejisiydi. Sadece belli bir alan değil tamamını savunmak gerekirdi, böyle yapıldı ve Kurtuluş mücadelesi kazanıldı.
2016'ta sınırlarımız tehdit altında, sınır güvenliğimiz tehdit altında, sınırın hem kendi tarafımızda, hem de karşı tarafında terör örgütleri yuvalanmış durumda.
Hattı müdafaanın ötesinde sathı müdafaa ve hatta onun da bir adım ötesinde başlayan bir müdafaa mecburiyeti meydana geldi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz hafta Çarşamba günü yaptığı konuşmada "terör örgütlerinin saldırmasını beklemeyeceğiz. Bu örgütler, nerede yuvalanıyorsa gidip orada tepelerine bineceğiz" dedi, yani artık tehdidi, tehlikeyi yuvasında yok etme zamanı gelmişti, hatta geçiyordu bile belki.
Fırat Kalkanı ve Musul operasyonları, milli güvenlik doktrininde yapılan güncellemenin eseridir.
Zaruridir, olmazsa olmazdır.
Meseleye tersten bakarsak, bunun gerekliliğini daha iyi anlarız.
Fırat Kalkanı Operasyonunu başlatmamış olsaydık, DAEŞ terör örgütünün Kilis'e ve sınırımızdaki diğer ilçelere yönelik saldırıları sürecekti.
PKK-PYD terör örgütü bugün Fırat'ın batısına geçmiş, sınırımız boyunca uzanan kantonlarını birleştirmiş, burnumuzun dibinde bir terör devleti kurulmuş olacaktı. Yeni strateji, bu tehlikeyi bertaraf etti.
Fırat Kalkanı Operasyonunu başlatmamış olsaydık, PYD'nin işgali nedeniyle sınırımıza yeni bir göç akını olacaktı. Oysa operasyon sayesinde göç akını engellendiği gibi mevcut mültecilerin bir bölümünün de evlerine dönmesi sağlandı.
Musul operasyonuna gelecek olursak.
Yeni strateji askerimizin Musul çevresinde konuşlu kalmasını gerekli kılıyor.
Oysa ABD ve İran güdümündeki Bağdat ne diyor, "askerlerinizi çekin".
Ne yaptık, asla çekmedik, çekmeyeceğiz de.
Milli güvenlik doktrinini sınır ötesine taşımamış olsaydık, askerimizi Musul'dan çekip, Musul'da meydanı boş bırakacaktık.
Sadece askerimizin orada kalmasını sağlayarak, Musul operasyonunun kara harekatı bölümüne PKK ve Haşdi Şabi militanlarının dahil edilmesini önledik.
Bu iki terör şebekesi Musul cephelerinde hazır – kıta bekliyor, Türk askeri de orada, eğer yarın öbür gün askerimizi çekersek, Musul'dan elimizi çekersek, o vakit aynı terör tehlikesi devam etmiş olacak.
Güvenlik doktrinindeki güncelleme Musul operasyonu tamamlandığında da kazanımlar sağlayacak. Musul'un bölünmesi, pay edilmesi konuşuluyor, ortada yine Şii Haşdi Şabi militanları, PKK gibi terör örgütleri var, Türkiye'nin rolü asıl o pazarlık sırasında belirleyici unsur olacak.
Kesinlikle unutulmaması gerekir ki, hem Suriye hem Irak artık "bize ne" diyebileceğimiz bir lüksün olmadığı yerler.