Cumhurbaşkanı Erdoğan açık konuştu, "eğer daha ileri giderseniz bu sınır kapıları da açılır bunu da bilesiniz" dedi.
AB, Türkiye'deki terör saldırılarına ses çıkarmadı, teröristlerle mücadeleye "sakın yapmayın" dedi.
AB, kanlı darbe girişimi sonrası sus pus oldu, darbeci teröristlerle mücadeleye tehditle karşılık verdi.
Türkiye'nin başına bela ne kadar terör örgütü varsa hepsine sahip çıkan AB, bu uğurda Türkiye'yi müzakereleri dondurmakla dizayn etmeye kalktı.
2015 ve 2016 ilerleme raporlarında da, vize muafiyeti için ortaya sunulan 72 kriterde de hep "terörle mücadele tanımını değiştirin" dediler, açıkça Türkiye'nin içişlerine karıştılar, terör örgütlerini korumak adına sonunda müzakereleri dondurma kararı verdiler.
2015 yazına dönelim, Yunanistan sınırında Suriyeliler yığılmaya başlayıp, oradan Hırvatistan, Sırbistan, Macaristan ve Avusturya'ya akın ettiklerinde AB, Türkiye'nin kapısını çalıp, "bizi bu dertten kurtarın, müzakereleri hızlandıralım, yeni fasıllar açalım hatta vizeyi de kaldıralım" demişti.
Peş peşe yapılan görüşmeler sonunda mülteci anlaşmasında mutabakat sağlanmıştı. Doğu Avrupa ülkeleri sınırlarını bir şekilde oto kontrol altına alıp mülteci sorununu kendi başlarına çözmek yerine Türkiye üzerinden komple ortadan kaldırmayı daha karlı bulmuştu.
Bugün gelinen noktada müzakereler nasıl donduruluyorsa, mülteci anlaşması da aynı şekilde rafa kaldırılabilir.
Bunun sonucu Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın söylediği gibi sınır kapılarının açılması olabilir.
Peki böyle bir durumda Türkiye, Suriyeli mültecileri politik malzeme haline mi getirmiş olur, Türkiye Suriyeli mültecileri bir tehdit aracı olarak kullanmış mı sayılır? Gelin bu sorunun yanıtını bulalım.
Ortada bir tehdit varsa bunu yapan Türkiye değil bizzat AB ülkeleridir.
Türkiye'ye "terörle mücadeleyi bırakmazsanız, müzakereleri bitiririz" tehdidini onlar savurmuştur.
Ortada politik malzeme olarak kullanılan birileri varsa, bunlar asla Suriyeliler değildir.
Aksine Türkiye'yi tehdit eden AB'nin sahip çıktığı terör örgütleri, AB tarafından politik malzeme ve koz olarak sahaya sürülmektedir.
Türkiye yaklaşık 3 milyon Suriyeliye kapılarını açtı.
AB ise mülteci anlaşması için verdiği 3 sözün hiç birini yerine getirmedi.
6 milyar Euro maddi yardım yapacaklardı bugüne kadar ödenen para 200 milyon Euro'yu bile bulmadı.
Yeni fasıllar açılacak, müzakere süreci hızlanacaktı, müzakereler dondurulma noktasına getirildi.
Türk vatandaşlarına vize kaldırılacaktı, defalarca ertelendi ve kaldırılmadı.
Böyle bir durumda Türkiye, karşısında kendisini terör örgütleri üzerinden tehdit eden AB varken, üstelik o AB, mülteci anlaşması için yükümlülüklerinin hiç birini yerine getirmemişken, başka ne yapabilir?
Sınırları açıp, Avrupa'yı mülteci adlı korkulu rüyayla baş başa bırakabilir.
Ama burada şu detayı atlamamak gerek.
Türkiye 3 milyon Suriyeliye bakıyor, mülteci anlaşması feshedilirse bunları kovup Avrupa sınırlarına gönderecek diye bir durum asla söz konusu değil.
Suriyeli mültecilerin bir bölümü, 2 yıldır Türkiye'ye "sınır kapılarını açın, bizim yeterince paramız var, Avrupa'da eşimiz dostumuz var, bırakın bizi gidelim" diyen bir kitle.
Biz onları mülteci anlaşmasıyla Türkiye'de tuttuk eğer anlaşma çökerse tutmayız, yani gitmek isteyene kapıyı açarız.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "sınır kapılarını açarız" cümlesindeki amaç budur, yoksa kimse buradan "Suriyelileri kovuyorlar, Avrupa'yı tehdit ediyorlar" diye durumu manüpile etmeye kalkmasın.
3 milyon içinde birkaç yüz bin var ki, gitmek istiyor, gitmek isteyeni tutuyorduk, bundan sonra tutmayız, "yolunuz açık olsun" deriz, o sayı da Avrupa'ya 2015 yazında yaşadığı korkuyu tekrar yaşatmaya yeter de artar bile.