Türkiye'deki iki terör örgütüyle Amerikalıların ilişkisi var.
Biri FETÖ diğeri PKK.
Bunlarla ilişki içerisindeki Amerikalılar, CIA'in bir kanadı mıdır, Beyaz Saray mıdır, Amerikan yönetiminin içerisindeki hangi güçlerdir, orası tartışılabilir.
Ama gerçek olan böyle bir işbirliğinin olduğudur.
ABD zaten terör örgütleriyle ilişkisini zamanı geldiğinde açıklar, daha önce bir kaç kez yaptılar, Afganistan'da Taliban ve El Kaide'de de olduğu gibi.
Sonra suçu kendi içlerinde birbirlerine atarlar, terörle ilişki suçu ortadadır, fail de bellidir, itiraf da vardır ama kimse bunun hesabını soramaz.
Türkiye'de de bunu yapmaya kalktılar.
Ancak Türkiye, Afganistan değil.
15 Temmuz'un amaçlarından biri de buydu aslında, yani Türkiye'yi Afganistan yapabilmek.
Çok şükür FETÖ'yu desteklerlerken suçüstü yakalandılar.
Darbe girişimlerini halk engelledi, Türk halkı FETÖ darbecileriyle onlara destek verenleri suçüstü yakaladı.
FETÖ darbe girişimi sonrası zaten bu girişimi desteklediklerine dair bir çok yerden itiraflar gelmeye başladı.
Ancak FETÖ liderinin iadesi için gereken adımları bir türlü atmadılar.
Tam da bu süreçte bu kez PKK'ya sarıldılar.
FETÖ bir terör örgütü ve Amerikalılar bu terör örgütüyle ilişki içerisinde.
PKK da öyle, aynı zamanda PKK, Amerika'nın dış politikasının da önemli bir parçası.
Suriye politikalarını bizzat bu terör örgütü üzerinden yürütüyorlar.
Türkiye'de PKK'ya atılan her tokat Amerikalıların yüzünde de hissediliyor.
Aynı şekilde TSK'nın Suriye'de PKK uzantısı PYD terör örgütüne vurduğu her darbede de ses ABD'den geliyor.
İşte bu nedenle ABD Büyükelçisi John Bass, PKK'yı destekleyen belediyelere yönelik hukuki operasyonlara tepki veriyor.
Tabi haddini aşarak yaptığı bu tepki vermenin içerisinde farklı amaçlar var.
Amerikalıların iki terör örgütüyle ilişkisi açık dedik.
Ve onlardan birini teslim almak için Amerikalıların yakasına yapışmış durumdayız.
Verirlerse, suçüstü yakalandıkları terör desteğini yüzde yüz kabul etmiş olacaklar.
Oysa onlar bu işi pazarlık haline getirip, suçu eski yönetimlere, eski CIA yöneticilerine, vs atmaya alışıklar.
Yani FETÖ liderini iade etseler bile onların taktiğine göre bu süreç daha tamamlanmış değil.
İşte bu aşamada yakalarına yapışınca, dikkatleri başka yöne çekmeye çalışıyorlar.
Biz "FETÖ" deyince, PKK'yı gündeme getiriyorlar.
ABD büyükelçisi John Bass, burada bu vazifeyi yerine getiriyor.
FETÖ derken, PKK'lı belediyelere yapılan operasyona sahip çıkıyor.
Hemen sonrasında da Artvin'e gidip HES üzerinden halkı galeyana getirmeyi hesaplıyor.
Türkiye'de ve Suriye'de hem FETÖ ile hem de PKK-PYD terörüyle mücadele ediyoruz.
Bu mücadelenin başına sonuna bir yerlerine "insan hakları, özgürlük, vs" yamaları yapan Amerikalılar, kendi işbirlikçilerini koruma altına almaya çalışıyor.
Bu ses tonunu yükselterek, yaygara çıkarmayı, yaygara çıkınca da ortalığı karıştırıp, dikkat dağıtmayı, algıları başka yönlere çekmeyi hedefliyorlar.
John Bass'ın PKK'lı belediyelere sahip çıkmasının hemen ertesinde Artvin'e provokasyon kokan bir ziyaret gerçekleştirmesinin en çarpıcı izahı bu, dikkatleri başka yöne çekip, terör örgütlerini korumak, yaygarayla bunu duyurup, ortalığı karıştırmak.
John Bass'ın ya da buna iştirak eden kim varsa da, hepsinin unuttuğu bir gerçek buz gibi ortada duruyor.
Korumaya çalıştıkları, korumaya çalışırken de özgürlük yaması yapmaya kalktıkları işbirlikçileri, birer terör örgütü.
Ve bu gerçeği Türkiye'de herkes biliyor.
O nedenle de ABD'nin ya da Batı'nın sürekli kullandıkları bu yöntemler artık eskidi, Türkiye'de tedavülden kalktı, kimse bunları yemiyor, bu yalan söylemlere prim vermiyor.
Yani, John Bass ya da bir başkası, terör örgütlerini yamalayıp, yaygara koparamaz, koparmaya kalktığında da operasyonu elinde patlar, kimseyi kandıramaz, kandıramadığı gibi üstüne bir de "sen bir terör örgütü işbirlikçisisin" damgasını yer.