İşin aslı, Nurcular'la FETÖ'cüler birbirine taban tabana zıt iki gruptur. Bu bir.
İkincisi de, Nurcular bu hainleri tâ 70'li yıllarda bünyelerinden dışlamış ve atmışlardır...
Hal böyle olunca, aralarındaki farkları belirtmek bile abes ama iftiraların içine balıklama atlayan bazı safdiller için gerekli galiba.
Ya da uzaktan bakan kişi, birbirine uzak olan iki şeyi, kendi uzaklığı nispetinde birbirine yakın görebildiğinden aralarındaki farklara değinmekte yarar var.
"Arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir akıtır" misali, FETÖ Kuran-ı Kerim'i ve Hadis-i Şerif'leri istismar ettiği gibi Risale-i Nur'ları da istismar etmiştir. Mesele budur. Bu kadardır.
Burada can yakıcı soru şudur: İstismar edene mi kızmalıyız yoksa istismar edilene mi?
İşte öne çıkan en bariz farklar:
Allah'ın rızası mı, Fetullah'ın rızası mı?
Risale-i Nur, Kuran'ın bir tefsiridir. İman hakikatlerini akla, kalbe ve ruha hitap ederek anlatan, onları ikna ve tatmin eden eserlerdir. Allah'ın emir ve yasaklarını bu çağın anlayışına göre nedenleri ile açıklayan kitaplardır. Haliyle bu eserlerin hedefi yalnızca ve yalnızca Allah'ın rızasıdır...
FETÖ'de ise, Rabbimizin emirleri ve yasakları değil, Fetullah'ın emirleri ve yasakları esastır. Bu yapıda, Fetullah ne derse ve ne emrederse doğrudur gibi sapkın bir anlayış hâkimdir...
Öyle ki, Fetullah'ın kararlarına "itaat et kurtul" prensibiyle yaklaşılır.. Bu o kadar böyledir ki, onun kararlarını sorgulayanlar kendilerini ateşe atmış sayılırlar...
Dürüst olmak gerekirse, "Altın nesil" yetiştireceğiz idealinin temel hedefi, ''Fetullah'ın emri Allah'ın emriyle çakıştığında Fetullah'a itaat edeceğiz'' diyebilen bir "katil nesil" yetiştirmektir aslında.
Hedef dünya mı, Ahiret mi?
Bediüzzaman, ahiret hayatını esas kabul ederek bu dünya hayatının geçiciliğinden bahseder. Dünyadaki sıkıntıların imandan gelen sabır kuvveti ve tevekkülle karşılanması gerektiğini vurgular. Ahiret hayatını kazanmayı asıl hedef olarak gösterir. "Dünyanın kırılmaya mahkum camlar hükmündeki geçici işlerini ahiretin ebedi elmaslar kıymetindeki işlerine feda etmeyin" der.
FETÖ ise, her türlü namussuz siyasetle dünya saltanatını elde etmeyi hedefler. Her daim helal-haram demeden dünyevi işlerdeki başarıyı ahiret işlerine tercih eder...
Takva mı, takiyye mi?
Bediüzzaman, yaşadığı dönemde tüm engellemelere rağmen Risale-i Nur eserlerini yazmaya azimle devam ettiğinden bir çok sıkıntı çekmiştir. Buna rağmen İslam'ın gereklerinden ödün vermemiş, asla işleri yürüsün veya kolaylaşsın diye yalana tenezzül etmemiştir. Hatta yalanı ''Allah'ın kudretine bir iftira'' olarak tanımlamıştır.
Mahkemelerde idamla yargılanmasına rağmen her zaman doğruyu söylemiş, hileye, yalana, takiyyeye asla başvurmamıştır. Talebelerine de bunu ders vermiştir. Onları yalan söylemekten ve hileye hurdaya tenezzül etmekten şiddetle men etmiştir. Hatta talebelerine zalim olarak yaşamaktansa mazlum olarak yaşayıp vefat etmeyi öğütlemiştir...
Mesela, talebelerinden Asım isminde bir binbaşı, doğruyu söylerse Üstadı'na zarar geleceği, yalan söylerse de imanının izzetine yakışmayacağı endişesiyle dua ederken üzüntüden vefat etmiştir. Bediüzzaman'ın ifadesiyle, "İstikamet şehidî" olmuştur...
Gel gör ki FETÖ'de, Fetullah'ın kendisi de, aveneleri de, müritleri de yalan ve kaypaklıkta son derece deneyimlidirler. Öyle ki müritleri 15 Temmuz darbe girişimi ertesinde takiyye amacıyla demokrasi mitinglerine utanmadan katılmış, hocalarının emriyle, hocalarına küfürler yağdırmışlardır.
Bunlar öylesine bir "bukalemunculuk sanatını" öğrenmişlerdir ki TSK'da yuvalanan FETÖ üyelerini ulusalcılar bile fark edemeyip kendilerinden sanmışlardır.
Helal mi, haram mı?
Bediüzzaman haram olan her türlü lezzet ve istekten nefsin men edilmesi gerektiğini eserlerinde vurgulamıştır. Takvanın yani günahlardan kaçınmanın en önemli ibadet olduğunun altını çizmiştir. Dinin en ufak bir meselesine dünyanın en büyük meselesinin bile feda edilemeyeceğini ders vermiştir.
Fetullah ise bunun tam tersini yani dünyevi makam ve yükselişin hatırı için dinin her türlü emrini bırakabileceklerini ve her türlü günahı işleyebileceklerini müritlerine telkin etmiştir...
Nitelik mi, nicelik mi?
Bediüzzaman, ruhsal ve köklü bir yetişme sisteminin gelişebilmesi için "keyfiyet" denilen kaliteye önem vermiş, çok sayıda insana bir şeyler öğretmeyi hedeflemektense az sayıda kişiyi yetiştirmeyi ve onların imanlarını kurtarmayı tercih etmiştir...
Fetullah ise, niceliksel büyümeyi hedeflemiştir. Sayı çokluğuna önem vermiştir. Bunun için de, çevresine topladığı beyinleri yıkanmış müritleriyle küresel güçlerin rızasını kazanmak ve büyümek için dünya çapında, o lanetli istihbarat örgütünü kurmuştur...
İstiğna mı, din ticareti mi?
Bediüzzaman'ın iman hizmetinde uyguladığı en önemli kurallardan biri de ''istiğna'' düsturudur. Yani insanlardan bir şey istememe kaidesidir.
Mesela, kendisi bir kilo üzümü veya bir bakraç yoğurdu bile karşılıksız almamıştır. Hiç kimseden maddi bir şey kabul etmemiştir.
Bu prensibi talebelerine "ilmi vasıta-i cer etmeyiniz" yani "dini bilginizi geçim nedeni yapmayınız" diyerek ders vermiştir. Yaptıkları hizmetin ihlasının bozulmaması için hediye dahil hiçbir şeyin kabul edilmemesi gerektiğini her zaman söylemiştir.
"Maddi bir şey istenmez belki verilir. Verildiğinde de hoşlanılmaz" diyerek hizmet için yapılan yardımların tamamen kişilerin kendi isteklerine havale edilmesi gerektiğini belirtmiştir...
FETÖ ise, himmet adı altında paralar toplar, sadece sözle de yetinmeyip verilmesi taahhüt edilen meblağ karşılığında senetler imzalatır, icra takipleri yaptırır, para için polis teşkilatında uyuşturucu şebekesi kurdurup kendi adamlarına -güya- deşifre ettirir ve bu metotla elde edilen paraları da hizmette(!) kullanır. Hırsızlık, gasp, tehdit, şantaj yolu ile iş adamlarından paralar koparır...
Siyasetten uzak durmak mı, dini siyasete alet etmek mi?
Bediüzzaman hayatı boyunca çok az siyasetle ilgilenmiştir. İlgilendiği dönemlerde de idarecileri İslam'a olan hizmetleri noktasında tebrik veya ikaz etmiştir.
FETÖ ise, siyasete şekil vermeye, devlet içinde devlet oluşturmaya ve devleti ele geçirmeye kalkmıştır...
Müspet hareket mi, menfi hareket mi?
Bediüzzaman her zaman müspet hareketi esas almıştır. En olumsuz koşullarda bile olumlu tavırlar sergilemiş, aykırılıktan ve isyan tarzı şiddet içerikli tepkilerden uzak durmuştur. Her daim dindar "Ulü'l Emr"e (devlet başkanına) itaat farzdır düşüncesi ile hareket etmiştir...
Öte yandan, nedeni ne olursa olsun dahilde patlak verebilecek olası kalkışmaların caiz olmadığını talebelerine ve çevresine ders vermiştir...
Örneğin, Şeyh Said isyanı çıktığında ona haber gönderenlere de ''Bu milletin askerlerine silah çekilmez! Siz de çekmeyiniz'' demiştir.
FETÖ üyeleri ise, uçaklarla, tanklarla ve silahlarla halka saldırıp, insanları öldürme yoluyla emellerine kavuşmaya çalışmışlardır... Bu da onların menfi hareketi ve makyavelist felsefeyi kendilerine rehber ettiklerini çok net gösteriyor...
Vatan sevgisi mi, vatana ihanet mi?
Bediüzzaman Rusya'da esarette olmasına rağmen oradan firar edip yine ülkesine dönmüştür... Buna ilaveten, memleketin sıkıntılı günlerinde onu yurt dışına kaçırmak isteyenlere ''Mekke'de bile olsam, yine buraya gelirdim'' demiştir...
Fetullah ise, "Amerika'nın kucağında" yıllarca mağduru oynayarak insanları kandırmıştır...
Gerçekte ise, "CIA'nın şefkatli sinesinde" yaşayarak kendini garantiye almanın sapık zevkini çıkarmıştır...
Şeffaflık mı, gizlilik mi?
Bediüzzaman'ın gizli saklı hiçbir işi yoktur... Kendisi bütün dünyasını bir sepete sığdırabilen, her işi saydam ve şeffaf olan bir bilgedir...
Fetullah'ın ise, bin bir türlü efsunlu ve çetrefilli gizli işleri vardır. Kurduğu geniş istihbarat ağıyla dinletmediği ve dinlemediği kimse kalmamıştır...
Diğer yandan, bu teröristbaşı yabancı gizli servislerle ve masonlarla şifahi ya da yazılı birçok gizemli anlaşmaya imza atmaktan da geri durmamıştır...
Kadına saygı mı, kadını köle gibi istihdam mı?
Bediüzzaman hanımlar taifesini yuvalarında durmaya teşvik etmiştir. Onlara evlerini "Medrese-i Nuriye"ye çevirmeleri gerektiğini ve evlat yetiştirmenin onların en önemli vazifelerinden biri olduğunu söylemiştir...
FETÖ ise, piyasaya çıktığı günden beri kadınları (anneleri) günde 12-15 saat okul ve dershanelerde üç kuruş maaşla ve cennetten köşk vaatleriyle çalıştırmıştır...
Ayrıca onlardan, çevrelerine de bu hayat tarzını benimsetmelerini ve bununla ilgili propagandalar yapmalarını istemiştir...
Diğer dini gruplara muhabbet mi, düşmanlık mı?
Nur talebeleri diğer cemaatlere, "Benim mesleğim güzeldir veya daha güzeldir ama tek güzel olan benimki değildir" mantığıyla yani uhuvvet-i İslamiye (İslam kardeşliği) noktasından bakmışlardır...
FETÖ ise, diğer cemaatlerle yan yana görünmek bile istememiştir. Hatta onlara hak nazarıyla da bakmamıştır. Daha da fecisi, kendilerine daha fazla yer açabilmek için diğer grupların kuyularını kazmıştır. Ölmeden onları mezara gömmek istemiştir.
Evet, bu terör örgütü, 28 Şubat'ta tam olarak böyle bir tutum sergilemiştir...
Mesela, TSK'dan istikametli dindarları ispiyonlayarak veya onlara hayatı çekilmez hale getirerek ihraç ettirmiştir. İftiralar atarak masum insanları kötü zan altında bırakmıştır. Hatta bazılarını çıkarları doğrultusunda hapse bile attırmıştır...
Çünkü bu teröristlerin kafası, "bu işi, ya biz yaparız ya da hiç olmasın" şeklinde çalışmaktadır...
Günahlardan uzak durmak mı esas olmalı yoksa taviz mi?
Bediüzzaman'ın talebeleri 28 Şubat sürecinde üniversitelerde ve TSK'da patlak veren başörtüsü problemine karşı, "taviz, tavizi netice verir. Takva ve salih amel bu zamanda en önemli esastır" kaidelerine göre hareket etmişlerdir. Sıkıntılara maruz kalan kızlara ve hanımlara takva dairesinde kalmaları ve kesinlikle taviz vermemeleri hususunu ders vermişlerdir...
FETÖ ise, bilindiği üzere daha yasak çıkıp da bildirilir bildirilmez "yıldırım hızıyla" hiç direnmeden müritlerinin başlarını açtırmıştır...
Daha açık ifadeyle, bürokratik oligarşi diktasına payanda olmaktan, askerî vesayeti desteklemekten de utanmamıştır. Bunu da müritlerine hizmet olarak yutturmuştur.
İşin tuhafı, müritleri de kendilerini döne döne acımadan "kullanan" ve hep kullanmış hocalarına biat ederek "ecnebilerin çıkarlarını" bile savunacak kadar yerlere düşmüşlerdir...
Cemaat mi, şahıs mı?
Risale-i Nur hizmeti şahıs odaklı bir hizmet değildir... Bediüzzaman eserlerini okuyanlara "benim sözlerimi mihenge vurunuz. Altın çıkarsa alınız. Bakır çıkarsa bırakınız" diyerek körü körüne bağlanmanın önüne geçmiştir. Daha da önemlisi, şahsını arka plana iterek cemaati ve şahs-ı maneviyi öne çıkarmıştır...
Fetullah ise, buyruklarına itiraz edenleri, bazen hortumla döverek, bazen yanından kovarak, bazen grubundan aforoz ederek, bazen de iftiralara maruz bırakarak cezalandırmıştır...
Orijinal metin mi, çakma metin mi?
Bediüzzaman Risale-i Nur eserlerinin orijinal metninden okunmasını ısrarla istemiştir. Öyle ki kendisi hayattayken gerçekleşen bazı sadeleştirme girişimlerine şiddetle karşı çıkmış ve engel olmuştur...
Zalim Fetullah ise, ya hasetten ya da efendilerinden aldığı emirden dolayı eserleri sadeleştirerek sahteleştirmiştir... Onları tahrif ederek ortadan kaldırmaya yeltenmiştir...
Elhasıl: Nurcular, ihlası, hakkı, alçak gönüllülüğü, manayı, ahireti, Allah'a itaati, keyfiyetli (nitelikli) hizmeti, şahsa bağlanmamayı, sorgulayıcı olmayı, akıllarını başkalarının cebine koymamayı, takvayı (günahlardan kaçınmayı), istiğnayı (milletten para istememeyi), memlekete hizmet etmeyi, vatan sevgisini, ümmet muhabbetini, ittihad-ı İslam'ı ve siyasete karışmamayı en önemli düstur olarak kabul etmiş ve uygulamışlardır...
FETÖ'cüler ise, takiyyeyi, yalanı, menfaati, kaypaklığı, enaniyeti, materyalizmi, dünyayı, hocalarına itaati, kemiyetli (sözde) hizmeti, hocalarına tapınmak derecesinde bağlanmayı, alınan kararları asla sorgulamamayı, taviz vermeyi, dinsizlere muhabbeti, İslam'ı protestanlaştırmayı, İslam'ın içini boşaltmayı, İslam'ın cihada ve siyasete ilişkin hükümlerini yok etmeyi, Amerika ve İsrail'e uşaklık etmeyi, himmet adı altında dilencilik ve hırsızlıkla paraları gasp etmeyi ve siyaseti çıkarları doğrultusunda şekillendirmeyi anayasa maddesi gibi kabul etmiş ve uygulamışlardır...
***
FETÖ'cülerle hasbihâl!
Terörist misiniz lan siz?
Hem de nasıl...
Açıkçası, sizin İslam'la uzaktan yakından bir ilginiz yok. Ne Peygamberi tanıyorsunuz, ne sahabeleri, ne din büyüklerini. Ne Kuran'ı biliyorsunuz ne Sünneti.
İnsanları "bizden" ve "bizden değil" diye ayrıştırmaktan, kan ve gözyaşı vaat etmekten başka bir projeniz de olamadı...
Sizler FETÖ'ye hizmeti ibadet sanıp destek verecek kadar alçak, CIA ve Mossad'a bedava kölelik edecek kadar da hainsiniz...
İçinizde bir kişi olsun oturdu da, "Haçlılar'ın kucağına oturan ve onların safında yer alan, İslam'a ve Müslümanlara bu kadar ihanet eden insancıklardan hizmet eri olur mu hiç?" diye on dakika düşündü mü?
Yoksa siz hâlâ becerip de bir tek cami bile yaptıramayan ahım şahım imamlarınızın arkasından mı gitmeyi hayal ediyorsunuz?
Yoksa siz hâlâ "Müslüman" olduğuna Hristiyanların bile inanmadığı Fetullah'ın peşinden mi gitmeyi düşünüyorsunuz?
Yoksa siz hâlâ hep ihanetlerle geçen, "bir vehme kurban ettiğiniz" beyhude hayatınızı mapushaneye düşmekten mi kurtarmaya çalışıyorsunuz?
Cevap verin!
Hasılı, kaçacak delik bırakmıyorlar işte, yer gösteriyorlar, girsenize siz de kafese...