Cumhurbaşkanı Erdoğan; "dünya beşten büyüktür" dediğinde onu duygusal bulanlar, reel politika içerisinde hareket etmemekle suçlayanlar, idealizmin derin sularına bu kadar girilmez diyenler, bütün dünyanın derdini çözmek bir bizim işimiz mi diye soranlar, iyice yalnızlaşıyoruz yanılsamasıyla herkesi uyutanlar, Kaddafi de BM'de böyle sert konuşmalar yapıyor diyecek kadar nefretlerini kendi içlerinde tutamayanlarla dolu birkaç yılı geride bıraktık.
Bu süre zarfında Erdoğan hiç taviz vermedi. Gezi olaylarıyla büyük bir uluslararası komployla karşı karşıya kaldı. Milleti ile birlikte sivil görünümlü bu darbe girişimini atlattı. 17-25 Aralık yargısal darbe süreci ile itibarsızlaştırmaya çalıştılar, daha da ötesi "dönemin başbakanı" iddianamelerini hazırlayarak ellerine kelepçe vuracağız diye adliye koridorlarında dolaştılar. Yine milleti ile birlikte bu komployu, darbeyi de savuşturdu. 15 Temmuz'da hem fiziki olarak hem de siyasi olarak ortadan kaldırmak için ülkeyi işgale yeltendiler. Hem kendisi hem de millet dimdik dikildi darbecilerin işgalcilerin karşısına. O gece kimse ölümden korkmadı ve bağımsızlığını yeniden kazandı; arkasında yüzlerce şehit ve bedenlerinden bazı bölümlerini kaybeden binlerce gazi bırakarak. Yetmedi, ABD'de bir kumpas davası kurdular, tüm imkanlarını seferber ettiler, meşruiyetlerini yitirme pahasına hukuku, uluslararası kuralları ve diplomasiyi bir kenara atarak Erdoğan'a tekrar kumpas kurdular. Mahkeme, birkaç günde başlarına çöktü. Her şeyin apaçık bir senaryo olduğunu Erdoğan'a muhalif olan kesimler dahi söylemekten geri duramadı. Gerçekler karşısında bu girişim de sonuçsuz kalmıştı.
Yine Erdoğan "dünya beşten büyüktür" dediğinden bu yana, Mısır'da darbeye, Arap dünyasında diktatörlere, Suriye'de Esad'a, körfezde Katar'a ablukaya, balkanlarda zulme, Kırım'da haksızlığa karşı hiç susmadı. Filistin'de yaşananlar her daim dilindeydi. 15 Temmuz sonrası, "dünyanın her yerinde yaşanan haksızlıklara karşı oynanan oyunları bozacağız" konuşmasını yaparken henüz yerde şehitlerimizin kanları kurumamıştı.
Dün, dünya tarihi bir ana tanıklık etti. Küçümsemek isteyenler, önemsiz gibi göstermek isteyenlere karşı yapılabilecek pek bir şey yok. İsterlerse bunu böyle gösterebilirler de. Zira zorlanırsa her türlü mantık oyunuyla her şeyi istedikleri gibi pazarlayabilirler. Ancak gerçek eninde sonunda gerçektir ve değişmez. ABD ve İsrail'in dün BM Genel Kurulu'nda aldığı hezimet gerçeğini kimse yok sayamaz. Kimse bu gerçeği tarih sayfalarına yazılmasına engel de olamaz. Kimse tarihin bu sayfaları yazılırken, Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ın bu süreçteki hakkının verilmesine de engel olamaz.
Erdoğan, Kudüs kararı dün BM Genel Kurulu'nda oylanırken, resmi konutunda yani Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde Filistinli bir misafiri ağılıyordu. Down sendromlu Muhammed, Kudüs gösterileri sırasında İsrailli askerler tarafından darp edilerek göz altına alınmış, fotoğrafları ise tüm dünyada büyük yankı uyandırmıştı. BM oylamasının olduğu gün Muhammed'i ağırlayan Erdoğan, dünyaya çok açık bir mesaj veriyordu. Güçlü olduğunuzu düşünebilirsiniz ama haksız olduğunuz için kaybedeceksiniz. Down sendromlu Muhammed'den korkmaları bunun kanıtıydı.
Erdoğan, Muhammed'i ağırlarken, direniş hattını bir kez daha kendisi olarak ortaya koymuş oluyordu ayrıca. Mısır'da, Kudüs'te, Suriye'de, Katar'da ve dünyanın neresinde bir haksızlık olursa, Erdoğan kendini direnişin merkezi olarak konumlandırıyor. Bunu tüm samimiyetiyle, inancıyla yapıyor ve bu yüzden de tüm operasyonlar, saldırılar, darbeler direk ona yöneliyor. Böylece direniş hattı olan Erdoğan milletin de onur kaynağı da oluyor.
BM Genel Kurulu'nda Türkiye imzası
Türkiye ve Erdoğan'ın liderliğinde İstanbul'da toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı, Doğu Kudüs Filistin'in başkentidir kararı alınmasaydı, çıta bu kadar yükseltilmeseydi; belki de dün gece BM Genel Kurulu'nda Suudi Arabistan, BAE gibi ülkeler ya çekimser kalacak yada kararı tümden reddedeceklerdi. Kudüs konusunda çıta İstanbul'da, Erdoğan'ın başkanlığıyla çok yükseklere çıkarıldı. Kimsenin buna kayıtsız kalamayacağını çok iyi biliyordu, bunu hesaplıyordu. Erdoğan'ın önderliğini yaptığı İslam İşbirliği Teşkilatı sonrası konu BM Genel Kurulu'na taşındı. Cumhurbaşkanı, ilk günden beri hem Doğu'daki hem de Batı'daki devletlerle konuyu çok ısrarlı bir şekilde çalıştı. Müslüman devletleri harekete geçirdi. Meşruiyeti ABD'nin elinden alacak her hamleyi titizlikle yaptı. Vatikan ile görüştü. Venezüella devlet başkanını toplantıya çağırdı. Tüm bu çabalar ve ısrar sonucunda BM Genel Kurulu'nda dün tarihi bir karar verildi. Bu kararda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın imzası var. Tarihin bu anına ve Erdoğan'ın bu çabasına, emeğine, yüreğine şahit olduğumuz için çok şanslıyız.
Son olarak tarihe not olarak düşmek için dün gece ne olduğunu da tekrarlayalım.
21 Aralık 2017'de yani dün gece toplanan BM Genel Kurulu'nda ABD'nin açıkça tüm devletleri tehdit etmesine rağmen, başını Türkiye'nin çektiği 128 devlet Trump'ın kararına karşı çıktı. ABD ve İsrail ile birlikte adını telaffuz ederken bile zorlanabileceğimiz bazı ülkeler ise karara karşı çıktılar. Palau, Guatemala, Togo, Nauru, Honduras, Marshall Adaları ve Mikronezya.
Birilerinin dedikleri gibi Türkiye yalnızlaşmadı; ABD ve İsrail'i yalnızlaştırdı.