Arap medyasında Eylül 2016'da, Fetih hareketinden bir kaynağın ifadesine dayandırılan bir habere yer verilmişti. Buna göre, bir grup Arap devletinin Muhammed Dahlan'ı Fetih'in başına getirmek istediği, bunun için Abbas'la Dahlan arasında bir uzlaşma sağlama girişimleri başlattığı ifade ediliyordu. Ancak Türkiye ile Katar'ın, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas üzerinde kurduğu baskı neticesinde bu girişim baltalanmıştı. Böylelikle Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün ve BAE öncülüğündeki girişimin planı şimdilik suya düşmüştü. Haber, Katar ve Türkiye yönetimlerinin Fetih ile Hamas arasındaki barış çabalarını yeniden canlandırma taahhüdünde bulunduğu şeklinde son bulmuştu.
Dahlan konusunda uzun uzun yazmaya pek gerek yok. Kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim. 2007'de ofisinde ele geçirilen belgelerde Dahlan'ın İsrail için çalıştığı ve Hamas üzerinde büyük baskı kurduğu, binlerce Filistinli'ye işkenceler yaptığı, Arafat'ı zehirlediği gün yüzüne çıkmıştı. Bu belgelerden bir tanesinde İsrail Dışişleri Bakanı Mofaz'a; İsrail'le birlikte yaşama düşüncesini kabul etmeyenlerin kökünün kazınacağını söylüyordu. İsrailli Bakan'a, Filistin Parlamentosu'ndaki bir çok bakanı teşvik veya şantajla kendisine çekmeyi başardığını yazan Dahlan "Başkan Bush'un önünde verdiğim sözleri yerine getirmek için hayatımı vermeye hazırım" dediği de belgelerde ortaya çıkmıştı. 15 Temmuz darbe girişiminde Dahlan'ın FETÖ'ye BAE adına para aktardığı da çok önemli isimler tarafından dile getirilmişti.
İşte körfez ülkelerinin Filistin'in başına getirmek istediği Dahlan böyle biriydi. Dahlan'ı başa getirebilirlerse Filistin meselesi tamamen İsrail'in istediği yönde sonuçlanacaktı. Bundan hala vazgeçmiş değiller, hatta bu konuda çok yol aldılar geçtiğimiz yıldan bu yana maalesef.
Yazının başında söz ettiğim haberin üzerinden henüz bir ay geçmişti ki, Ekim 2016'da Mahmud Abbas, ard arda iki ülkeyi ziyaret etti. Bunlardan biri Türkiye diğeri de Katar'dı. Mahmud Abbas, Türkiye sonrasında gittiği Katar'da Hamas lideri Halid Meşal ve yardımcısı İsmail Heniyye ile de bir araya geldi. Filistin'e karşı büyük bir dizayn süreci başlamıştı ve bu oyunu kırabilecek yegane aktörler Türkiye ile Katar'dı.
Mayıs 2017'de ise Hamas yeni siyaset belgesini Katar'ın başkenti Doha'da bir basın toplantısıyla açıkladı. Bu belgenin hazırlanmasının yıllar öncesine dayandırıldığı söylense de son gelişmeler ve özellikle bölgeyi dizayn etmeye çalışan yapının (BAE, S.Arabistan, Mısır, İsrail ve ABD ortaklığı) ağırlığının artması ile birlikte Hamas bir strateji değişikliğine gitti. Bunda Türkiye ve Katar'ın da etkisi olduğu çok açıktı.
Yeni strateji belgesinde; İhvan ile olan organik ilişki daha önceki belgelere göre esnetilmiş, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün yurt içi ve yurt dışındaki bütün Filistinlilerin örgütü olduğu kabul edilmiş, mücadelenin "Yahudilere karşı din savaşı değil, işgalci İsrail devletine ve siyonist işgal projesine karşı mücadele olduğu", vurgulanmış, Yahudilerin dini inancıyla sorunları olmadığının altı çizilmişti. Bu belgenin anlamı şuydu. Hamas, oyunu kuralına göre oynamak ve bölge ülkelerinin özellikle BAE, S.Arabistan, Mısır ve İsrail'in kendilerine saldırabilecek argümanları zayıflatmak için bu değişikliği yapmıştı.
Hamas, Katar'ın başkentinde yeni stratejisini açıkladıktan sonra, köşeye sıkışan BAE, S.Arabistan, İsrail ve Mısır gibi ülkeler, hem Hamas'ı hem de Katar'ı cezalandırma yoluna gittiler. Katar'a ablukayı ilan ettiler ve Katar'dan, Hamas ile Müslüman Kardeşler konusunda sert tedbirler almasını istediler. Sonrasında yaşananlar malum. Hamas'ın lider kadroları Katar'ı terk etmek zorunda kaldılar.
Zerrab davasına bilirkişi olarak atanan FDD adlı düşünce kuruluşunun Başkanı Dubowitz ile Başkan Yardımcısı Schanzer'in Katar, Hamas ve Müslüman Kardeşler ile ilgili BAE büyükelçisi ile yazışmaları daha sonra gün yüzüne çıktı. Özellikle Hamas ve Müslüman Kardeşler konusunda Katar'a ve Türkiye'ye baskı yapılmasının önemli olduğuna dair yazışmalar, toplantılar yapılmış. Bu yapının en büyük derdi Hamas'ın ve Müslüman Kardeşler'in meşru bir hareket olmaktan çıkaramamaları. Bunu başarabilmek için çok çaba sarf ediyorlar.
Gelelim asıl konumuza yani ABD'nin, Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıyacağı kararına. Bu karar sadece ABD ve İsrail'in izlediği stratejinin bir sonucu değil maalesef. Bölgedeki aktörlerin bu işin bir parçası oldukları her geçen gün netleşiyor. Yukarıda kısaca değinmeye çalıştığım üzere Filistin konusunda Dahlan'ı destekleyen ve Filistin halkını Dahlan'a mecbur etmeye çalışan (Gazze'nin Ramallah'a bağlanması gibi) bir strateji izleyen bölge ülkeleri var. S.Arabistan, BAE ve Mısır öncülüğünde Trump'ın damadı olan Kushner'in de katılımıyla öncelikle Filistin konusunda İsrail ile çok büyük bir işbirliği sergiliyorlar. Amaçları Filistin konusunu sonsuza kadar halletmek. Elbette tamamıyla İsrail'in çıkarları doğrultusunda.
M.b.Selman'ı veliaht prens yapma operasyonun mimarlarından olan Kushner ve M.b.Zayed ikilisinin ilk icraatlarından biri Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ı ve Lübnan Başbakanı Saad Hariri'yi Riyad'a çağırmak oldu. Abbas ile M.b.Selman'ıın görüşmesinin perde arkası Ortadoğu sokaklarında bile herkesçe biliniyor. Veliaht prens Selman'ın Abbas'a, ABD'nin Filistin planını kabul etmesi yada görevi bırakması yönünde baskı kurduğu söyleniyor. New York Times gibi uluslararası gazeteler de bu baskıyı çok kesin bir şekilde yazdılar.
Ama gelin görün ki, Suudi Kralı Selman dün Trump ile bir telefon görüşmesi yaptıklarını ve Kudüs kararının bölgede şiddeti artıracağını kendisine ilettiğini açıkladı. Suudi Arabistan, Kudüs gibi çok önemli bir konuda çok alt tondan bir uyarı yaptı. Aslında buna uyarı da denmez. Bir gazeteci yada akademisyen gibi tespit yapmış Suudi Kralı. Nedeni de belli. Filistin konusunda birlikte hareket ettikleri ortaklarına kamuoyu önünde numaradan bile seslerini yükseltecek cesaretleri yok.
Kudüs konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın nasıl bir çıkış yaptığı ve bu çıkışa karşı İsrail medyasının ve siyasetçilerinin nasıl hemen karşı atağa geçtiklerini dün hepimiz izledik. İsrail ile diplomatik ilişkilerimizi keseriz ve bunun birçok sonucu olur minvalinde yaptığı konuşması değerli bir çıkıştı. Ne yazık ki, Türkiye dışında bu konuyla ilgilenecek pek aktör yok. Irak diye bir devlet kalmadı. Suriye zaten yerle bir. Mısır, İsrail gazetelerinde, "bize çok fazla sempati besliyorsun, bu gidişle Mısır halkı sana isyan edecek" dedikleri Sisi tarafından yönetiliyor. S.Arabistan, BAE ve diğerleri İsrail ve Kushner ile birlikte hareket ediyorlar. Geriye samimi birkaç Arap ülkesi kalıyor ama onların da ya ekonomileri kötü yada tehdit altındalar. Katar, ablukayla boğuşuyor. Türkiye'yi de Zerrab ve içeride eline belgeler verdikleri Kılılçdaroğlu ile oyalamaya çalışıyorlar.
Suudi Arabistan ve BAE merkezli olarak bölge yeniden dizayn ediliyor. Birçok ülkede operasyon siyasi yapılıyor. Elbette tüm bunlar bölge halklarının değil, bağlı bulundukları küresel vesayet odaklarının çıkarları için gerçekleşiyor. Elimizden ne gelir bilinmez. Ama mücadeleden vazgeçmeyen bir Cumhurbaşkanımız var. Bizim de onunla birlikte, bölge halklarının menfaati için daha fazla çalışmamız gerek. Yapacak çok şey var. İbrahim'e su taşıyan karınca misali de olsak safımız belli olsun.