BAE'nin Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ne derdi var? Bu soruya birlikte cevap aramaya çalışalım. Ancak önce şu konuyu da netleştirelim. BAE'nin kendisinin kontrol edebileceği, karar verebileceği bir iradesi yok. Dolayısıyla küresel odaklar kiminle derdi olmasına karar verirse BAE'nin de onunla derdi oluyor. Sorunun cevabını, BAE'nin şimdiye kadar Türkiye ve Erdoğan ile ilgili yaptıklarını hatırlayarak verelim.
TÜRKİYE EŞİTTİR DEAŞ YALANLARI
Geçtiğimiz yıllarda sıkça karşılaştığımız haberler silsilesi idi. Bilal Erdoğan'ın kebapçıda çekilmiş fotoğrafı DEAŞ liderleri diye lanse ediliyor, deterjan atölyeleri kimyasal silah depoları olarak New York Times'ın, Washington Post'un manşetlerini süslüyordu. Ancak bu gelişigüzel bir saldırı değil, aralarında FDD (Demokrasiyi Savunma Vakfı) gibi düşünce kuruluşlarının da olduğu planlı bir stratejinin parçalarıydı. BAE Washington Büyükelçisi Uteybe'nin sızan emaillerinden de çok açıkça görüldüğü gibi BAE ile FDD çok yakın çalışıyorlar. Suudi Arabistan, Katar ve diğer ülkelerde birlikte operasyon yapıyorlar. Mısır'da darbeyi hazırlayan ve sonrasında kamuoyunu yönlendiren ekip, bu ekip. FDD; bir süre sürekli olarak Türkiye ile DEAŞ'ı, Erdoğan ile terörist grupları bir arada gösteren raporlar hazırlıyor. Bu raporlarını çoğu Todays Zaman gibi FETÖ örgütünün haberlerinden alınıyor. FDD'nin raporları ve işlediği tema ise, Uteybe başta olmak üzere birçok FDD yetkilisi tarafından "prestijli" gazetelere servis ediliyor. Meraklıları internetten aratıp, sızan emailleri, BAE, FDD ve medya ile olan ilişkilerinden bazı örnekleri okuyabilir.
BAE'nin bu stratejisi tutmadı. Zira gerçek er geç ortaya hep çıkıyordu. Deterjan atölyesinin kimyasal silah deposu olmadığı, Bilal Erdoğan'ın fotoğraflarının da İstanbul'da bir kebapçıda çekildiği ortaya çıktı. Diğer örnekler de peyderpey açığa çıktı. Elbette algı makinası çok hızlı çalışıyordu ve dünyanın birçok yerinde bu haberlere inanan insanlar için artık çok geçti ancak Türkiye istikrarlı bir şekilde DEAŞ ile mücadele etmesiyle, YPG ile DEAŞ işbirliğinin ortaya çıkmasıyla, birçok konu netliğe kavuştu. Zaten BAE'nin desteklediği FDD gibi yapılar o dönem FETÖ ve PKK'lıların da yoğun olarak gündeme getirdiği uluslararası mahkemede yargılanma hususunun hayal olduğunu görünce bu işten vazgeçtiler. Konjonktür de artık DEAŞ zemininde onların aleyhine işliyordu. Sonuç olarak Türkiye ile DEAŞ ortak haberlerinin çoğunun altında BAE imzası vardı.
15 TEMMUZ DARBESİ
Gelelim BAE'nin 15 Temmuz darbe ve işgal girişimindeki rolüne. Aralık 2015'te yani 15 Temmuz'dan önce BAE veliaht prensi Muhammed bin Zayed'in danışmanı olan Muhammed Dahlan'ın Abu Dabi'deki ofisinde, medya dünyası ve siyasetçilerden oluşan kişilerle gizli toplantılar yaptığı sıkça iddia edilmişti. Bu toplantılarda Dahlan ve ekibinin tıpkı Mursi'nin indirilmesi sürecinde yaşananların bir benzerini Erdoğan için hayata geçirmeyi planladıklarını yine BAE Washington Büyükelçisi Uteybe'nin sızan e-maillerinden okuyoruz. Türkiye ile DEAŞ birlikte hareket ediyor, diye yazılan yalan haberler işte bu noktada en üst noktasına ulaşmıştı.
30 Temmuz 2016'da, yani darbeden hemen sonra Türkiye'yi çok iyi tanıyan, İngiliz The Guardian gazetesinin eski editörü David Hearst, Genel Yayın Yönetmeni olduğu Middle East Eye'da bir makale yayınladı. 15 Temmuz darbe girişiminden haftalar önce BAE hükümetinin FETÖ'ya para aktardığını, para transferi için bir aracı belirlediğini ve bu aracının da Muhammed Dahlan olduğunu yazdı. Hearst'e göre, Dahlan'ın Fetullah Gülen ile iletişim kurmasına, ABD'de yaşayan Filistinli bir iş adamı yardımcı olmuştu.
15 Temmuz'un hemen sonra darbeci Fethullah Gülen, Dahlan'ın sahibi olduğu ve BAE tarafından finanse edilen ve El Gad kanalında demeç verdi. Gülen-Dahlan ilişkisini de ispatlayan bu yayında Gülen, Batı'nın Türkiye'ye müdahale edilmesi gerektiğini açıkça söylemişti.
SARRAF KUMPASI
Ne uluslararası medya ve düşünce kuruluşları aracılığıyla Erdoğan'a karşı yürütülen savaştan, ne de 15 Temmuz'daki gibi açıkça işgal ve darbe girişiminden sonuç alamayan yapılar bu kez 17/25 Aralık'ta destekledikleri FETÖ kumpas davasını bu kez ABD'ye taşıdılar. BAE Washington Büyükelçisi Uteybe'nin sızan emailleri, FDD adlı düşünce kuruluşu ile BAE'nin çok yakın çalıştıklarını, birlikte birçok ülkede algı operasyonları ve siyasi dizayn çalışmaları yaptıklarını ortaya koymuştu. Bu emailler yayınlandığında çok büyük etki yarattı. Zira büyükelçi Uteybe ile İsrail tarafından desteklenen FDD arasındaki yakınlık Türkiye üzerindeki çalışmaları da açığa çıkarmıştı. Bu maillerde 15 Temmuz ile ilgili de aralarında şakalaştıklarını görüyoruz. FDD adlı düşünce kuruluşunun Başkanı Dubowitz, Başkan yardımcısı ise Schanzer. Bu iki isim Sarraf davasında hakim Berman tarafından bilirkişi olarak atanan isimler ayrıca. FDD, yukarıda da değindiğim üzere Türkiye ile DEAŞ'ın ortak hareket ettiğini sıkça raporlaştıran ve uluslararası medyayı bu bağlamda yönlendiren bir sürecin ana aktörüydü. Aynı FDD, yine Erdoğan'ı sıkıştırmak için Sarraf davasını kullanmaya çalıştı. Ancak ABD'deki dava, Sarraf'ın çıkmak için yalan söylerim dediği ve tanıklardan FETÖcü bir polisin FBI'dan para aldığı gibi sansasyonel bilgilerle çöktü. Dolayısıyla büyük bir titizlikle hazırlanan, bilirkişisinden savcısına, hakiminden tanığına kadar onca emek verilen bir dava yine gerçekler karşısında çöktü. BAE ve onu yönlendiren yapılar yine istediğini alamadılar.
SUS DENİLDİĞİNDE SUSSAK
Çok kısaca anlatmaya çalıştım BAE'nin operasyonlarını. Sadece Türkiye değil. Mısır, Suudi Arabistan, Katar, Lübnan ve Filistin gibi birçok ülkeye operasyon düzenliyor bu ekip. Bunların başını BAE veliaht prensi ile Trump'ın damadı Kushner çekiyor. Aralarına yeni aldıkları Suudi prens Selman ile birlikte küresel vesayet odaklarının kendilerine verdikleri görevi yapmaya çalışıyorlar. Ancak bu ülkeler içerisinde oyunu bozan bir ülke var; o da Türkiye. Şimdi soruyu tekrar soralım. BAE, Türkiye'den ama özellikle Erdoğan'dan ne istiyor? Cevabını Erdoğan geçtiğimiz gün verdi. Dinleyelim. "Şayet tıpkı geçmişte hep yapılageldiği gibi 'otur' denildiğinde otursak, 'sus' denildiğinde sussak, "ver" denildiğinde versek, "al" denildiğinde alsak, inanın bana, bu saldırıların hiçbiriyle karşılaşmazdık ama biz şu veya bu gücün ne dediğine değil, sadece ve sadece Allah'ın ne dediğine baktık, sadece ve sadece milletimizin ne dediğine baktık."
Türkiye İslam İşbirliği Teşkilatı dönem başkanlığını yürütmeseydi ve bu dönem başkanlığının başında Cumhurbaşkanı Erdoğan olmasaydı, sizce bu toplantıdan, Doğu Kudüs Filistin'in başkenti kararı çıkar mıydı? BAE'nin de içinde olduğu yapı; Erdoğan'ın başkanlığında Türkiye olmasa, Katar'a rahat operasyon yapabilir, Dahlan gibileri Filistin'in başına koyabilir, Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak kabul edebilirlerdi.
OYUNLARI BOZAN ERDOĞAN
Kukla devlet BAE'nin Erdoğan ile derdi ne mi? Cevabı yine Cumhurbaşkanı Erdoğan'a bırakalım en iyisi.
"Ülkemizde oynanan oyunu bir kez daha bozduk. Bundan sonra inşallah Suriye'deki oyunu da bozacağız, Irak'ta oynanan oyunu da bozacağız, Libya'da oynanan oyunu da bozacağız. Orta Doğu'da, Kuzey Afrika'da, dünyanın her yerinde mazlumların ve mağdurların tek bir gözyaşı kaybetmemesi adına oynanan oyunları bozacağız."