İHH Başkan Yardımcısı Osman Atalay "Meryem hanım, İHH Bursa İnegöl ekibi Ramazan yardım paketlerini dağıtmaya Bosna'ya gidiyor siz de gitmek ister misiniz?" deyince tereddüt etmeden "evet" dedim.
Çünkü yıllardan beri İHH'nın çalışmalarını hep duyuyor ve dua ediyordum. Bu defa yapılanlara bizzat şahit olmak beni heyecanlandırmıştı.
Aynı zamanda 11 Temmuz Srebrenica katliamının 18. yılıydı ve anma törenlerine de katılacaktık. İnsanığım yaralı kalbi Bosnalı Müslümanlarla birbirimize sarılmak, Aliya'nın ve aziz şehitlerin ruhuna Fatiha okumak gibi bir fırsatı kaçıramazdım.
Onca katliama, saldırıya, bombardımana rağmen, yemyeşil, canlı ve Osmanlı bir şehir karşıladı bizi; Saraybosna!
***
Tarihi ve mimari dokusundan hiçbir şey kaybetmemiş ama her karışı acı ile dolu bir şehir.
Annesiz, babasız kalan çocuklar. Kocasız, evlatsız kalan tecavüz mağduru on binlerce dul kadın. Ve kör olası fakirlik. Daha ilk andan itibaren bu acı hafızanın diri olması çok fazla yaraladı hepimizi. Ama en çok da Avrupa'nın göbeğinde Müslüman bir topluluğun toplu katliama uğrama hikâyeleri her anlatımda boğazımızı düğümlüyordu.
Nüfusun çoğunun Sırplardan oluştuğu minicik bir şehre gittik; Bihaç'a! Bir avuç Müslüman Boşnak, yardıma muhtaç ama onurlu bir şekilde burada yaşıyordu. Ramazan dolayısıyla yardım paketleri dağıttı İHH gönüllüleri. "Türkiye" isminin burada çok farklı bir anlamı vardı şüphesiz. Her Türkiye ismi zikredildiğinde, insanların gözlerinde oluşan sevinci cümlelere dökmek çok zor.
Yardım dağıtılırken teyzeler gelip öpüyordu beni, "Allah razı, Allah razı" diyerek. Ben de "Teyzeciğim ben gazeteciyim, Türkiyeli kardeşlerinizin yardımlarını İHH ulaştırıyor size" deyince onlar da "Olsun kızım sen de Türkiye'den değil misin?" deyip bir daha sarılıyorlardı.
Bir paket gıda yardımının çok daha farklı bir anlamı olduğunu hissettim. Bu yardımlar onlara, Avrupa'nın göbeğinde tek başlarına olmadıklarını hatırlatıyordu…
***
"Bizim artık hiç korkumuz yok Sırplardan, çünkü artık kocaman bir Türkiyemiz var. Sırplar bize bir daha asla dokunamaz" sözlerini en az on kişiden duydum. Ve her duyduğumda tüylerimin diken diken olduğunu, gözlerimin istem dışı nemlendiğini söylemeliyim.
Bosnalılar çok saf bir İslam yaşıyor. Coğrafi olarak kıstırılmış, ümmetten uzakta kalmış bir coğrafyada, her şeye rağmen dinin diri ve hayatın içinde olması bazen şaşırtıyor bizleri. Mini etekli kızlar bile çantalarında mutlaka eşarp ve etek taşıyor. Ve ezan okunduğu an namaz kılmak için camileri dolduruyorlar.
Bihaç'ta Boşnak teyzelerle iftar yaptık. Gözleri parlıyordu hepsinin "Türkler gelmiş" diye.
11 Temmuz'da Srebrenica'ya gittik erkenden. On binerce insan gelmişti dünyanın her yerinden. Bu katliama karşı çıkan siyahlar içindeki Sırp kadınlar da oradaydı.
***
Program 3-4 gibi bitince herkes yollara düştü ve biz iftarı orada yapmaya karar verdik. Gece saat 11'de Saraybosna'ya dönerken kocaman lastikler yakıldığını gördük yol kenarlarındaki tarlalarda.
Rehberimize sorduk "nedir bu?" diye. "Maalesef 11 Temmuz 1995'teki silahsız ve sivil 8 bin 372 Boşnak Müslüman'ın katledilmelerini kutluyorlar" dedi. İnsanın kanını donduran bir cevaptı bu. Sırp çentikler, Srebrenica'nın yıl dönümlerinde Müslümanlara gözdağı vermek, acılarını ve korkularını hatırlatmak için hep böyle ateşler yakıyormuş geceleri.
Hepimiz çok üzüldük. Irkçılığa bin kez lanet ettik.
Bosna'da tecavüze uğrayan kadınlar bir dernek kurmuş yaşadıklarını tüm dünyaya duyurabilmek için. Dernek başkanı Bakire Hanım(takma isim), bize "artık Türk çocukları değil Sırp çocukları doğuracaksınız" diye diye tecavüz ettiler derken hepimizin gözlerinden yaşlar akıyordu.
Bunca yaşanandan, Avrupa'daki sözde ırkçı komutan yargılamalarından, AB'nin çoğulcu, gelişmiş demokrasi kriterlerinden filan bahsetmenin ne kadar anlamsız olduğunu düşündüm.
***
Yoldan geçerken bir kilise ve arkasındaki küçük bir evi gösterdi rehberimiz bize. Bu kiliseyi savaş zamanında buradaki Boşnak aile gidince yaptılar. O Boşnak aile savaştan sonra köyüne dönünce bahçelerindeki bu kilisenin kaldırılmasını istemiş. Ama kimse dinlemeyince aile, hukuk savaşına girmiş. Tek başına yaşlı bir teyze bu hukuk savaşını hala veriyor. Ve o teyze diyormuş ki "ben herkesin ibadetine saygı duyuyorum, bu kiliseyi yıksınlar da demiyorum ama buradan kaldırsınlar. Ve o teyzeye o kadar büyük meblağ da paralar teklif etmişler "bize arsayı sat" diye. "Hayır" demiş. Ve o teyzenin çocuklarına tek vasiyeti var; "Ben ölürsem de bu hukuk savaşından vazgeçmeyin!"
İHH gönüllülerinin hiçbiri, bir kuruş para almıyor. Almadıkları gibi hepsi yetmeyen durumlarda ceplerinden takviye yapıyor. Onlar, Allah'ın yeryüzündeki merhamet elleri.
Kapı kapı dolaşıp yardımları veriyorlar ve herkesin sorunu dinleyip not alıyorlar. Hepsinin gözünden, gönlünden iyilik akıyor. Onları tanıdıkça insanlık adına, yarınlar adına umudumuz artıyor. İyi ki varsın İHH, İnsanlığın yüz akısın!
İHH Bursa İnegöl ekibine ve Bosna'da yaşayan Türkiyeli Feyza Sarejova'ya gönül dolusu selamlar. Allah, dünyayı gönlünüz gibi geniş ve huzurlu etsin…