Başörtülü arkadaşım, apolitik çocukların sosyolojisinin ekranlardan analiz edildiği günlerde, "Ne olacak bu işin sonu, sokakta bile taciz ediliyorum artık" diyordu 'devrimli', 'gezili' günlerde. "Tanımadığım insanlar, Başbakan'ı temsil ettiğimi düşünerek sokakta bile olmadık hakaretler savuruyor" diyerek sitem dolu sözler söylüyordu bana.
İyi olacak inşallah, sıkma canını" diyerek teselli ediyordum onu.
Sosyal medya bile "Gezi eylemlerine destek verenler ve vermeyenler" olarak ikiye ayrılıyor.
Tesadüfen tanıştığım bir Profesör, "Senin gibi modern bir hanımefendi nasıl olur da Gezi'de Hükümeti destekleyebilir?" dedi aynen.
***
Tencere–tava çalma dönemlerinde İnsanlar, komşularını bile gözetler hale gelmişti; "kim tencere çalıyor, kim çalmıyor" diye.
Televizyonlar, gazeteler, artistler, şarkıcılar, aydınlar ve yazarlar bile tek tek en ince ayrıntısına kadar araştırılıp çağdaş mahalle baskılarına uğradı. Gezi konusunda destek atmayanlar lince maruz kalıp dışlandı.
Gezi eylemlerinin en büyük zararı; giden canlardı. Bir de demokrasiden, ekonomiden ziyade kutuplaşmanın zirvesini yaşayan toplumsal yapı en büyük zararı gördü.
***
Bazıları "Başbakan Erdoğan'ın da Başkanlık sistemi için istediği iki kutuplu bir siyaset tablosu değil miydi zaten?" diyor.
Ama meselenin hiç de öyle olmadığı anlaşılıyor.
Çünkü bizzat Başbakan'ın isteğiyle Hükümet tarafından, Gezi eylemlerinin irdelenmesi için bir Komisyon kuruldu.
***
Böyle bir kutuplaşmayı en son Cumhuriyet Mitingleri sırasında yaşamıştık. İnsanlar birbirlerine "mitinge gidecek misin?" diye soruyorlardı.
Sevdiğim arkadaşlarımdan bazıları, başlangıçta Gezi eylemlerine destek verdi. Bu insanlar ülkesini, milletini, dinini seven ve sayan insanlardı. Bu insanların ülkenin demokrasisine zarar vermek için oraya gittiğine kimse inandıramaz beni.
Bu samimi çevreci reflekstekiler "meseleyi" çabuk anladı!
Çoğu sonradan olayların kimin eliyle hangi noktaya vardırılmak istendiğini görerek kendini vandallardan soyutladı ve Gezi'den çekildi. Ama bazılar var ki onları bu demokrasiye kast etme oyununa inandırmak imkânsız.
Artık, inatlaşma boyutunda önyargılara teslim olmuşlar.
***
Onlara, "Plebisit yapılacak, özür de dilendi. Mesajınız da alındı. Her yerde şiddet ve kaos var. Ülke ciddi zarar görüyor artık" dediğimizde, "O zaman sabah erkenden o çocukları gazlayıp parktan atmasalardı" diyorlar.
"Bakın demokrasilerde seçimle gelen seçimle gider" diyecek olduğumuzda hemen "Demokrasilerde her şey seçim değil" klişesini yapıştırıyorlar.
"Ulusal ve bazı yerel medya insanları iç savaşa ve anti demokratik olaylara davet ediyor" dediğimiz an "Başbakan da çapulcu dedi ama" diyorlar.
***
Anlayacağınız kimse kimseye derdini anlatamıyor, çünkü kimse kimseyi dinlemiyor. Dinlemek istemiyor. Ağzınızı açsanız susturuluyorsunuz. Öyle ki savunma psikolojisi ile herkese "kırıcı" bir dil hâkim olmaya başlıyor bazen.
Provokatörlerden bahsetmiyorum, onların zaten yatacak yeri yok.
Fakat en mutedil insanları bile kutuplaştırdığına gizli gizli sevinenler var sanki…
***
Bir toplum bu kadar çok gerginliği kaldıramaz. Hayatımız, değerlerimiz, düşlerimiz bu kadar siyasete endeksli olmamalı.
Siyasiler de buna çok dikkat etmeli, sokaktaki insan da. Laikler de, ulusalcılar da, Aleviler de, Sünniler de, Geziciler de, dindarlar da.
Barış ve kardeşlik içerisinde, bir olmalıyız farklı farklı düşünsek de.
Zira Allah kavimleri bile farklı yaratmış ki bir araya gelsinler tanışsınlar diye.
***
Yok başka gidecek yerimiz çünkü.
Zor zamanda sığınacak komşumuzun tencere çalıp çalmaması değil ki mesele.
Mesele, bir kap sıcak çorba ikram edebilmemizdir birbirimize.
Ya da pişirdiğimiz taziye helvamıza katacak şekeri sunabilmemizdir…