Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı adaylığı açıklandı. Bu açıklamayla birlikte Türkiye'nin yeni bir "siyasi faz"a geçtiğine hiç şüphe yok. AK Parti 12 yıldır iktidarda ve mevcut dengeler bu durumun en az 2019'a kadar süreceğini gösteriyor. Bir tür "fiili hakim parti"den söz ediyoruz ve hakim parti sisteminin AK Parti açısından ön önemli taşıyıcısı ise şüphe yok ki, Tayyip Erdoğan.
Bu durumda Tayyip Erdoğan'la birlikte siyasi kaptanlığın Çankaya'ya, cumhurbaşkanlığa devredilmesinden söz ediyoruz demektir.
Bu durumun, Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkaması ve halk oyuyla seçilecek olmasının ülkenin dengelerinde kurumsal ve siyasi açıdan açıdan yol açacağı sonuçlar önemlidir.
Kurumsal açıdan tablo şu:
Tayip Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkmasıyla 12 Eylül Anayasası'nın 2007'de başlamış olan iflası tamamlanacak, özellikle cumhurbaşkanlığı makamıyla temsil edilmesi beklenen devlet-siyaset ayrımı ilkesi tümüyle çökecektir.
2007 krizi sonrası devlet aktörlerinin tüm engelleme çabalarına rağmen Çankaya'ya çıkan Abdullah Gül ara dönemi, geçişi ifade eden son cumhurbaşkanıydı. AK Parti'nin kurucularından olmakla birlikte ilk adamı değildi ve meclis tarafından seçilmişti. Şimdi ise AK Parti'nin liderini halk cumhurbaşkanlığına getirecek.
Bunun siyasi sonuçlarına gelince:
Yeni dönemde, anayasanın öngörüsünün dışında, devlet-siyaset mekanizması arasında bir bütünleşme halinin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Cumhurbaşkanlığı devlet adına devlet dokusunu şekillendiren ve siyaseti denetleyen bir makam olmaktan çok, siyaseti yöneten bir makam olmaya ilerleyecektir.
Ancak nasıl?
Malum, mevcut anayasa cumhurbaşkanına icrai yetki vermiyor. Dolayısıyla bu makama kullanacağı yetkiler açısından bir siyasi sorumluluk da öngörmemiş. Cumhurbaşkanının önplanda olan yetkileri yasaları onaylama ya da veto etme yetkisi ile siyasi, yargısal ve bürokratik atamalarla ilgili olanlar…
Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olduktan sonra bu yetkiler dışında hükümetle, özellikle başbakanla ilişkilerini nasıl bir biçime oturtacak, bunu anayasayı ihlal etme sınırlarına gelmeden nasıl gerçekleştirecek, bunlar henüz yanıtını bilmediğimiz, kritik sorular.
Ve yukarıda altını çizdiğimiz geçişin soruları…
Bu geçiş Türkiye'nin istikrarı ve rejimin kurumsal geleceği açısından son derece önemlidir.
AK Partililer açısından beklenti ve proje ortada: Ağustos cumhurbaşkanlığı seçimlerini takip edecek, 2015 Genel Seçimlerinde anayasal bir çoğunluğa, en azından başkanlık sistemini referanduma götürecek bir 330 milletvekili sayısına ulaşmak.
Burada ise siyasi iktidarın önünde bir dilemma bulunuyor.
Bu dilemma AK Parti'yi 2015 Genel seçimlerinde meydanlarda kimin taşıyacağıyla ilgili soruda düğümleniyor.
Taşıyıcının partinin bir sonraki genel başkanı ve başkakanı olması kaçınılmaz.
Anayasa çoğunluk ya da 330 milletvekili hedefi Tayyip Erdoğan sonrası güçlü meydan adamını, lideri gerektiriyor. Böyle bir ismin ise aynı zamanda güçlü bir başbakan modeline tekebül edeceğini varsayabiliriz.
Böyle bir durum, Erdoğan'ın iktidarı paylaşması anlamına gelir. Peki bu, Erdoğan tarafından arzu edilir mi, ideal yönetim modeli olarak görülür mü?
Bu önemli ve yanıt bekleyen bir sorudur.
Buna bağlı olarak kimin partinin başına geçeceği sorusu da önemlidir.
Abdullah Gül'ün partinin, daha sonra da hükümetin başına gelmesi daha paylaşmacı ve kurumsal bir geçişi ifade ederken, AK Parti'nin gençlerinden bir isim muhtemelen tersini, daha Erdoğan merkezli bir yapılanmayı simgeleyecektir.
AK Parti'nin başına kimin geçeceği sorusu AK Parti çevrelerinin parti siyaseti açısından da en çok üzerinde durdukları, en çok hassas oldukları konudur.
Önümüzdeki günlerde siyasetin bu soru ve arayış üzerine şekilleceği açıktır.