Burada sık sık bakış açısından söz ediyoruz ya... İşte harika bir örnek: Geçen gün Sabah Spor'un Fenerbahçe yazarı Gürcan Bilgiç ile sohbet ediyorduk. Anlattı...
Kadınlı erkekli bir grup sohbet ediyorlar. Bu arada TV açık. Derken Emre Altuğ'un 'Aşkı Kıyamet' adlı parçasına çekilen klip gelmiş ekrana. Hani Erol Günaydın'ın eşini yitirmiş yaşlı bir adamı canlandırdığı karakter... Karısı hiç ölmemiş gibi davranıyor: Sabahları kahvaltı bile hazırlıyor, onunla konuşuyor, vb....
İşte bu klibi görünce kadınlar hemen, "Ah! Ah! Şu dünyada ne erkekler var" diye iç geçirmiş. Öyle ya.. Adam karısını o kadar seviyor ki öldüğünü kabul etmiyor. Sanki orada, yanında yaşıyormuş gibi davranmaya devam ediyor. Bizim Gürcan Bilgiç bunu hemen kabul eder mi? Her şeyin bir de arka yüzü olduğunu biliyor tabii. Hemen lafı patlatmış: "Ah! Ah! Şu dünyada ne kadınlar var!" Haksız mı? Eğer Günaydın'ın canlandırdığı adamın karısı cadalozun, dırdırcının teki olsaydı... Kocasını, adamın onu sevdiği kadar sevmeseydi... Hiç böyle bir durum olabilir miydi? Hadi buyurun bakalım! Sizce hangi yaklaşım doğru?
Fransız psikanalist Lacan mıydı aşkı, " Zaten sahip olmadığınız bir şeyi, talep etmemesine rağmen, bir başkasına vermeye çalışmak " diye tanımlayan? İyi güzel de... Neden ona, buna, şuna değil de aşkımızı 'belli' bir kişiye vermeye çalışıyoruz?