Güvenli bölge Suriye krizi başladığı andan itibaren Türkiye ile ABD arasında sürekli müzakere konusu olan fakat bir türlü sonuca ulaştırılamayan bir mesele haline geldi. 2011'den beri Türkiye hem Suriye krizinin doğurabileceği maliyetleri göz önünde bulundurarak "güvenli bölge/tampon bölge fikrini" gündeme getirdi.
2011 ve 2012 yıllarında güvenli bölge oluşturmanın iki temel nedeni vardı: Birincisi Esed rejiminin kitlesel katliamlarına maruz kalan sivillerin korunaklı bir alanda tutulmasıydı. İkincisi de Türkiye'ye yönelebilecek mülteci akınını durdurmak ve böylece Suriye üzerinden Türkiye ve Avrupa'ya gerçekleşebilecek terör sızmalarının önüne geçmekti. Bu iki gerekçe yalnızca Türkiye için değil Avrupa için de hayati derecede önemliydi.
Ağustos 2013'te Esed'in kimyasal silah kullanması ile birlikte mülteci hareketliliği oldukça yoğunlaştı. Türkiye bu aşamada da güvenli bölge ısrarını sürdürdü ancak ABD ve diğer aktörler yine bu formüle yanaşmadı. Aslında Rusya'nın henüz Suriye'ye girmemiş olması dolayısıyla bu formülü devreye sokmak zor değildi. ABD'nin bu hareketsizliği hem Esed rejimine hem de terör örgütlerine bir alan açtı. 2013'ün ortasından itibaren denkleme ABD destekli PYD ve DEAŞ da eklendi. Bu iki örgüt de Türkiye'nin sınırına yerleşerek doğrudan tehdit eder hale geldiler.
Bu gelişmeler karşısında Türkiye bölgenin hem terörden arındırılması hem de siviller için yeniden güvenli bir alan haline getirilmesi için uluslararası aktörler nezdindeki arayışını 2016'nın ortasına kadar sürdürdü. Güvenli bölge olarak düşünülen alan ise Fırat Kalkanı Harekatı (FKH) ile DEAŞ'tan temizlenen bölgeye denk gelmekteydi. Ancak ABD'nin öncülüğünde DEAŞ'a karşı başlayan savaş gündemi uzun süre meşgul etti. Bu savaş bittiğinde ise DEAŞ Suriye'nin kuzeyinden çekilmiş ve PYD burada ABD desteği ile fiili bir kontrol alanı oluşturmuştu.
ABD'nin bu politikası karşısında Türkiye Ağustos 2016'da FKH ve Ocak 2018'de Afrin'e yönelik Zeytin Dalı Harekatı (ZDH) başlattı ve bu iki bölgeyi de terörden arındırdı. ABD'nin PYD'ye desteğini DEAŞ sonrasında da devam ettirmesi Türkiye için ulusal güvenlik meselesi haline gelmiştir.
Türkiye sınırının yaklaşık 450 kilometrelik hattında PYD'nin fiili kontrol kurması, bu bölgede nüfus mühendisliği gerçekleştirmesi, Türkiye'ye yönelik saldırılar gerçekleştirmesi ve buradan gerçekleşen terör sızmaları bu durumun temel gerekçeleridir.
Türkiye bu güvenlik sorununu çözmek için bu hatta yaklaşık 30-40 kilometre derinliğinde bir güvenli bölge oluşturmaya yönelik hazırlıklarını tamamlamış durumda. 14 Aralık 2018'de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başkan Trump arasında gerçekleşen görüşmede bu konuda bir mutabakata varıldı. Buna göre ABD Suriye'den askerlerini çekecek ve Türkiye ile koordineli bir şekilde güvenli bölge kurulacaktı. Ancak Pentagon merkezli itirazlar bu durumu geciktirdi.
Suriye özel temsilcisi Jeffrey'nin son ziyareti de Türkiye ile ABD arasındaki görüş ayrılıklarını gün yüzüne çıkardı. Jeffrey'nin ziyareti öncesinde Türkiye ile ABD'nin birlikte hareket edeceği ve Türkiye sınırı ile 32 kilometre derinlikteki M4 otoyolu arasında ortak inisiyatifle bir güvenli alan kurulmasına dair bir beklenti vardı. Bu durumda Türkiye ile ABD Suriye krizinin başından beri ciddi bir ortaklık kurmuş olacak ve Türk-Amerikan ilişkileri de Suriye üzerinden yeni bir moment yakalamış olacaktı. Ancak ABD'nin teklifleri bir kez daha Türkiye'yi hayal kırıklığına uğrattı. Kulis bilgilerine göre ABD 5-15 km derinlikte güvenli bölge teklifi ile geldi. Bu teklifle ABD, Türkiye'nin güvenli bölge ısrarını yatıştıracak fakat somut sonuçlar üretmeyecek bir formül sunmuş oldu. Bu yaklaşımın Türkiye'yi ikna etmesi ise mümkün değil. Böylesi bir senaryoda ne sınır güvenliği ne de mültecilerin geri dönüşü sağlanabilir.
Bu ziyaretin de somut bir çıktı üretmeden sonlanmış olması Türkiye'nin yeniden kendi inisiyatifi ile bir harekat gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceği sorusunu gündeme taşıdı. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun "Sabrımız taştı" ifadeleri hazırlıkları büyük ölçüde tamamlanan operasyonun bir işareti olarak yorumlanabilir.