Trump'ın ABD askerlerini Suriye'den çekme kararının en fazla ilgilendirdiği aktörün Türkiye olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.
Fırat'ın doğusuna büyük çaplı bir askeri operasyonun son hazırlıkları da tamamlanmışken söz konusu karar geldi. Bu yeni gelişme üzerine Türkiye harekatın kapsamı ve zamanlamasını yeniden gözden geçirdi. Farklı senaryolar için farklı düzeylerde hazırlıklarını hızla tamamladı çünkü Trump aldığı kararın arkasında duracağını birkaç kez vurgulasa da süreç belirsizliğini korudu ve halen bu belirsizliğin devam ettiğini ifade etmek mümkün.
ABD'nin nasıl ve ne zaman çekileceği, oluşacak boşluğu kimin dolduracağı, terör örgütlerine yeni fırsat alanlarının açılmaması için alınması gereken tedbirlerin neler olduğu soruları yeni denklemin temel parametreleriydi.
Bu anlamda bir süreç yönetimi amacıyla planlanan Bolton ve ekibinin ziyareti fiyasko ile sonuçlandı.
Halbuki bu ziyaretten beklenen şey Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın üzerinde anlaştıkları planın sahaya yansıtılması için gerekli planlamanın yapılmasıydı.
Türkiye'nin Fırat'ın doğusunu kontrol etmek, temizlemek ve yeniden inşa etmek hedeflerini riskleriyle birlikte üstlenmeye hazır olduğunu karar vericilerin ağzından duyduk. Bu hedeflere ulaşmak hem PYD hem de DEAŞ'la mücadele etmeyi gerektirse de Türkiye sürecin planlanması ve uygulanması için hazır olduğunu göstermiş oldu.
Fakat Bolton henüz Türkiye'ye ayak basmadan bütün kredisini tüketecek açıklamalar yaptı.
Şimdi ise esas soru Türkiye'nin Fırat'ın doğusunda nasıl hareket edeceği sorusudur.
Her şeyden önce ne Trump kararı ne de Bolton'un yol açtığı fiyaskonun Türkiye'nin Suriye stratejisini temelden etkilemeyeceğini ifade etmek gerek. Nitekim Türkiye'nin endişeleri hala geçerli.
Türkiye'nin sürekli gündemde tuttuğu Suriye'nin PYD üzerinden teritoryal ve siyasi bütünlüğünün risk altında kalması devam etmektedir. Kısacası ulusal güvenlik açısından risk olarak tanımladığı durumlarda henüz bir değişiklik yok.
Özellikle Bolton ziyareti sonrasında Fırat'ın doğusunda alınması beklenen tedbirler için üç yeni gerekçe daha ortaya çıktı:
Birincisi Trump'a rağmen ya da bilgisi dahilinde ABD'nin Türkiye'yi sürekli oyalayarak manipüle edebiliyor görüntüsünün ortaya çıkmasıdır. Bu durum aynı zamanda Suriye topraklarında iki kez askeri harekat yürütmüş olan Türkiye'nin kararlılık ve caydırıcılığına gölge düşürmektedir. Bolton ziyareti de gösterdi ki ABD içinde Suriye krizinin Türkiye aleyhine sonuçlar doğuracak şekilde devam etmesinden yana olan belirli odaklar mevcut.
İkincisi PYD'nin bu belirsizlik sürecinde zaman kazanarak rejim ya da İran'la yeni iş birliğine girmesidir. Bu durum da tasfiye edilmesi gereken bir terör örgütü olan PYD'nin ömrünü uzatması ve Türkiye'ye karşı kullanılabilir bir aparat olmasına yol açabilir. Nitekim hem İran hem de Esed rejiminin konjonktür müsait olduğunda PKK'yı kullanmaktan geri durmadığı biliniyor. Bu ilişki biçiminin hem isyanlar öncesinde hem de kriz başladıktan sonra da gözlemlendiğini ifade etmek mümkün. Nitekim Trump'ın çekilme kararını ilan ettiği andan itibaren PYD zikredilen aktörlerle doğrudan pazarlığa girişmiştir.
Üçüncü risk de operasyonel kabiliyeti zayıflamasına rağmen DEAŞ'ın yeniden hortlatılması ihtimalidir. Bu durum hem PYD'nin yeniden meşrulaştırılması için bir gerekçe olacak hem de Türkiye için doğrudan bir güvenlik riski doğuracaktır.
Dolayısıyla ABD çekilirken ya bütün üsleri Türkiye'ye devretmek ya da Türkiye'nin kendi harekat planına razı olmak durumundadır.