Aydınlansın diye şu terli yüzler neler çektik. Neler çekti bu ülke.
Kurduğumuz medeniyet saltanatlarla sarsılınca nasıl sarsıldı hikmet. Ne gözyaşı döküldü, ne müstesna âlimler yandı yakıldı. Evrensel hakikatin taşıyıcıları Hallaç-ı Mansur oldu, Bayezıd Bistami oldu, Ferudiddin Attar oldu, kılıktan kılığa girdi. Hakikat uçtu da Endülüs'ten bu topraklara kondu, İbn Arabi oldu. Ne diyordu Sıdkı Baba'dan hafif bozarak çiçekli bir ozan: "İnsan kılığında çok geldim gittim."
Öyle oldu...
Sonra Temmuz geldi. Millet olarak kardeşler çıktılar meydanlara. Nasırlı elleriyle bastırdılar kötülüğün paletlerini. Böyle yenildi tarihin en muhkem darbesi.
Ondandır arka tarafta bekleşen sinsilerdeki sinir-asap hadisesi.
Barış için öfkelerini, acılarını unutmaya söz verenlerin diyarıdır bu aynı zamanda. Uzattıkları ele tekme atanları bacaklarından yakalayıp savuran eller de buralıdır. Öyle bir millettir ki, sarılmasını da bilir, yumruğun hasını indirmesini de.
Uzun lafın kısası, boynumuz büküktü, dikildi elhamdülillah. Ruhunu zombilere satmış kiralıkların tepesinde dalışa geçen kartal, dağları delen ay yüzlü delikanlı, evinin gariban aşını misafiriyle bölüşen cömert bizdendir.
Şanımız bizim oradandır, civanmertlikten yürür.
Evet demokrasidir kötülerin en iyisi. Bilgeler toplumu kuramıyorsa insanlığın geldiği mertebe, demokraside karar kılarız kıldık. Bu demokrasi yükselecek o zaman, başka çare yok. En büyük şemsiyeyi açacağız, açmalıyız. 'Öteki' dediklerimizle özel hukuklar kuracağız. Farklı yaşam biçimlerini ezmeyecek ama onların nesillere örnek olmasını da kabul etmeyeceğiz. Erdemli şehirler inşa etmeliyiz. Elimizde haritalar, gelenekler var. İşimiz çok, işimiz ağır.
Kadınlarla erkekleri karşısına yan yana oturtan ve onlardan âlimler çıkartan pir Ahmet Yesevi kafasıyla yeni bir altın çağ bekliyor bizi. Büyük irfan, derin felsefe sırt çantamızda. Heybe de diyebilirsiniz siz buna, zor zamanlarda kullanmak için koynumuza sakladığımız kese de...
Televizyonlarda ortaokul inkılap tarihi klişeleriyle konuşan nobran hukukçulardaki celal, medeniyetimizi selefi fıkıhlara indirgeyen eğilimdeki infial... Tarikat denen hak yolu dergâhlarındaki bozulma, güç hırsı... Toplumun altından akan kara nehirlerin ayıbı, günahı, barbarı, cadısı... Bunlarla yüzleşeceğiz alimallah.
Seküler totemlerle, yakın tarihin yalanlarıyla, evet izm'lerle de... Tarihe yeniden bakacağız. 'İnsanların mahremlerine girme!' diyen ışıklı ayetlerin izini sürerek, kurucu babaların şahsiyetlerine, özel hayatlarına dokunmadan, ferah alınlarımız güneşte parlayarak mevzuları dibine kadar konuşacağız.
Hiçbir şey, kimse ulu değil bir kere! Ulu olan yüce olan hakikatin kaynağı. 'Hakk' diyoruz biz ona. 124 bin peygamberiyle konuşan ve Resulü Ekrem ile bize o son gülü bırakan.
Tabu tanımıyoruz, bunu bilsin artık insanlar...