"Deprem çantası yapmak lazım" diyorum. "İçine biraz nakit para, gerekli ilaçlar, pasaport, fener, su, pil, çakı, düdük, kalem, kağıt, yağmurluk, toz maskesi, ıslak mendil gibi gibi şeyler koymak lazım" diyorum. Arkadaşlarım, 'Amaaan be!' çekiyor, hatta dalga geçiyorlar. "Deprem olursa bir buluşma noktası belirleyelim ki, birbirimizi kaybetmeyelim" önerisinde bulunuyorum, yine beni sallayan yok.
"Aman depremde eşyaların altına saklanmayın, hayat üçgenini unutmayın, yataktaysanız yatağın yanına yere, salondaysanız kanepe gibi büyük bir eşyanın yanına yere, ana rahmindeymiş gibi dizlerinizi karnınıza çekerek kıvrılın" tavsiyesini zorla veriyorum. "Ay valla ben o panikle kalakalıyorum, yapamam bunları; tamam Ayşeee!" cevabını alıyorum.
Her ortamda ille de ve sekmeden "Bakın uzmanlar bas bas bağırıyor, İstanbul depremi geldi geliyor" anonsları yapıyorum, ortamın en antipatik insanı seçiliyorum.
Bakın şöyle bir çevrenize; en şehirli, en modern, en havalı, 'ben bilirimci', o okullarda, bu okullarda okumuş entelektüel tipler bile konu depreme gelince garip bir 'görmeme, duymama, anlamak istememe, önemsememe, yokmuş gibi davranma' hal kokteyli içinde. Şaka gibi! Yok yok, kabus gibi!
Yazının özü: Rica edeceğim bırakalım bu reddetme halini. Depreme hazırlıklı olmak, oturduğumuz evleri kontrol ettirmek, çocuklarımızı ve çevremizi bilgilendirmek, aile ve arkadaşlarla deprem planı yapmak zorundayız. Hemen şimdi!