Bir önceki yazımda demiştim ya!
MİT'in PKK ve KCK'dan bilgi almak gayesiyle bir gazeteciyi kullanmış olması MİT açısından baktığınızda çok başarılı bir operasyondur. Takdir edilecek. Alkışlanacak bir harekettir.
Vay efendim ben bunu nasıl demişim.
Nasıl gazeteciymişim kardeşim.
Bir istihbarat kurumunun kendi çıkarları için gazeteciliği alet etmiş olmasına nasıl göz yumarmışım.
MİT'çiymişim zaten.
Son günlerde MİT'e karşı yapılan operasyonlarda MİT'ten yana yazdığım yazıların sebebi de buymuş.
Teşkilatın basın müşaviri bile benim kadar kol kanat germiyormuş kurumuna.
Falan... Filan...
Şimdi...
Bana o abuk sabuk e-postaları yollayan, gerek Twiter'da, gerekse Facebook'ta şuursuzca ağzına geleni yazan, yazdıklarım uyarlarına gelmiyor diye beni birilerinin kuklası olmakla itham eden yaftalayan o arkadaşlara sesleniyorum:
Aranızdan biri. Benim MİT'le...
Maddi olması da şart değil.
En ufacık bir gönül bağım olduğunu ortaya çıkarsın.
Yemin ediyorum. And içiyorum.
Hem de hemen. Bugün!
Bırakacağım bu mesleği.
Sakın bana kimse, "Aman bu kadar iddialı olma Sevilay!" filan demeye kalkmasın. Evet. İddialıyım. Çünkü. Yok!
O teşkilattan tek bir şahsı tanımam bile.
Tanıyorsam da inanın onun o teşkilattan olduğunu bilmiyorumdur.
Kaynaklarım var evet MİT'ten haber getiren.
Sadece oradan da değil. Emniyetten, Askerden, Yargıdan, CHP'den, AKP'den, MHP'den...
Her yerden.
Ama bu kaynaklarım bana sadece haber getirir.
Kulis getirir.
Belge verir.
Eğer inanıyorsam da bir haber değeri olduğuna.
Gözümü kırpmam yazarım.
Bundan da öte değildir ilişkilerim.
Karşı taraf benim için sadece bir kaynaktır. Alırım sadece. Vermem.
Verene de gazeteci demem.
Çünkü, elindeki kalemi, fotoğraf makinesini, kamerasını kullanarak güvenlik güçlerine istihbarat aktaran adam bana göre gazeteci filan değildir.
Ben gazeteciyim. Ve aynı zamanda da köşe yazarıyım.
Eğer mesele sadece 'haber' vermekse...
Yani gazetecilikse, o haberi 5N+1K kurallarına uygun olarak yazar belgeleri ile editörüme teslim ederim.
Gerisine karışmam.
Haberde taraf tutmam. Yorum yapmam.
Ama köşemde hiç çekinmeden tarafımı koyarım. Bana göre doğru ne ise o konuda yorumumu yapar, gerekirse aslanlar gibi de savunurum.
Son dönemde yaşanan MİT'le ilgili krize ilişkin tavrım da bunun bir yansımasıdır.
Evet. Bana göre savcılar yanlış iş yapmıştır.
Amaçları şudur veya budur.
Hiç fark etmez.
O savcılar, 30 küsür yıldır devam eden anlamsız bir kavganın son bulması... Akan kanın durması... Barış için pazarlığa oturmuş devletin temsilcilerini, "Niye Oslo'ya gittiniz? Neden terör örgütü liderleriyle o masaya oturdunuz?" türünden abuk sabuk sorular sormak için ifadeye çağırmışlardır.
Çağıramaz kardeşim!
Sadece savcılar değil. Anayasa Mahkemesi üyeleri bile bu devletin açılım politikasının bir gereği olan o görüşmeleri kafasına göre yargılayamaz.
Bakın. Ne Hakan Fidan'ı tanırım. Ne Emre Taner'i ne de Afet Güneş'i.
Ama çok tarihi iş yaptılar bana göre.
O görüşme kayıtları internette patladığında da, "Helal olsun" demiştim.
Bugün de aynısını diyorum.
Bilmiyorum ki ne bekliyordu bu duruşumdan dolayı beni MİT'çi diye yaftalama küstahlığı gösteren bu insanlar.
"Barış için masaya oturan da, oturtan da şereflidir" deyip, sonra da daha 2 ay önce söylemiş olduğum bütün o sözleri unutup, o masaya oturanlara takılan dişli kancaları görmezden gelip, ortaya karışık yazılar yazarak meseleyi geçiştirmeye çalışmamı mı?
Çok beklerler...
Çünkü kim ki barış için elini koymuş taşın altına.
Ben ondan yana taraf olurum kardeşim.
MİT'ten yana tavır almamın, Hakan Fidan'a taraf olmamın da tek nedeni budur.
Ha... Eğer bu beni MİT'çi olmakla filan eşdeğer kılıyorsa valla evet o zaman ben de MİT'çiyim!