İstanbul Adliyesi'nde görevli haber kaynağım dün arayıp, "Gelin bir kahve içelim dışarıda. Hem geç gelen 'baharın' tadını çıkaralım. Hem de Başbakan'ın Güney Kore'ye hareketinden önce MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılmasına ilişkin yaptığı şu 'kritik' açıklamanın kodlarını çözelim!" demese inanın ben de atlayacaktım!
Dün o dikkatime sununca fark ettim ki, gerçekten de 'çok ilginç' bir açıklama Başbakan'ın giderayak yaptığı o son açıklama.
Kaynağıma göre Başbakan'ın, "Bu konuyla ilgili olarak çıkan yasa belli. Bu yasa çerçevesi içerisinde de şu anda önüme gelen bir yazı yok! Yazıyı gördükten sonra da takınacağım tavır ortadadır, bellidir!" ifadesinin özü aslında şu; "Kimin ne yapmak istediğinin bal gibi farkındayım! Acelem yok! O yazı, ben ne zaman istersem o zaman gelir önüme! Ve yasanın bana verdiği yetkiyi kullanırım!" Elbette ki...
Eğer "Kardeşim nedir Başbakan'ı bu kadar öfkelendiren?" diye sorgulama yapmıyorsanız, onu bu açıklamadan dolayı, pekala 'aman ne diktatör bir Başbakanımız var' şeklinde 'yaftalamanız' mümkün! Ama işte...
Durum sizin sandığınız gibi 'sade' değil! Savcıların MİT'çileri soruşturma ısrarının derinliklerine indiğinizde afallayıp kalıyorsunuz ki ister istemez; "Ne oluyoruz kardeşim?" deyip paniğe kapılıyorsunuz.
Mesela birini söyleyeyim size... Hiç dikkatinizi çekti mi bilmem. Savcılar Başbakan'dan 5 MİT'çi için izin istiyor değil mi? İlk üçünün kim olduklarını biliyoruz. Müsteşar Hakan Fidan. Eski Müsteşar Emre Taner. Eski Müsteşar Yardımcısı Fatma Afet Güneş! Teşkilatın 3 tepe adamı yani. Peki ya diğer ikisi? Onlar kim?
O kişileri küçümsediğimden değil. Ama o kişi bürokratik teamüller gereği en tepe adamlarla yan yana konulamayacak düzeyde pozisyonları düşük olan iki eleman! Kadroları, 'Saha Sorumlusu' şeklinde geçiyormuş.
Peki ne alaka?
Yani ne işi var şimdi bu iki sıradan elemanın teşkilatın en tepe kadrolarının isimlerinin yanında?
Kaynağım bu duruma şöyle bir açıklık getiriyor; "Bu iki elemanı ne Fidan, ne Taner ne de teşkilatın üst düzeyindeki herhangi bir isim tanımıyordur bile. Adım gibi eminim. Bunların yüzünü sorumlu oldukları Şube Müdüründen başkası görmemiştir. Ama bu iki isim, Oslo görüşmelerinin sorumlularına ulaşabilmenin önünü açacak yolun başka bir adresi. Hani eğer sorgulanmaları için Başbakan, Fidan, Taner ve Güneş için izin vermese dahi bizim gözü kara savcılarımız bu iki elemandan yola çıkıp yine asıl hedefe ulaşırlar!" Biliyorum... Şimdi duyduklarınız karşısında siz de benim gibi; "Nasıl yani?" filan oldunuz.
"Nasıl yanisi filan yok bu işin!" diyor benim derin gırtlak! Ve 5 aşamalı dediği planın şifrelerini tek tek kırarak anlatmaya devam ediyor;
"KCK soruşturmasında gözaltına alınan bir haber elemanın ifadelerinden yola çıkarak ulaştılar bu iki isme. Yaşar Hakan Yıldırım ve Hüseyin Emre Kuzuoğlu, PKK'nın içine sızmak için paravan bir haber ajansı şirketi kurmuşlar. Kurdukları bu şirket aracılığı ile de epeyce istihbarat toplamayı başarmışlar. Karayılan'ın dibine kadar girmişler haber yapma ayağıyla. Haliyle bu şirketin bütün masrafları da MİT'ten karşılanmış. Aman aman bir para da değil yani. İddiaya göre aylık 17.500 TL bir ödenek ayrılmış. PKK'lı ya da bağlantılı olan kişilere ödeme yapılmış. Savcılara göre MİT bu yolla PKK'ya para aktarmış yani! Suç işlemiş! Mevzuya buradan girecekler yani" Merak işte. Ben de haliyle bunun üzerine; "Eee diyelim girdiler.
Ne olacak ki sonunda?" diye sordum. "Ne mi olacak? Önce Kuzuoğlu ve Yıldırım sonra da sırasıyla onların bu paravan şirket işine onay veren teşkilatın bütün üst düzey adamları ifadeye çağrılacak.
Olan biten her şeyden haberdar olan Hakan Fidan'a da sonunda, 'sen de gel bakalım' diyecekler!!" cevabını verince de patladım artık! Yalan yok! Biraz abartılı geldi anlattıkları.
Güldüm... "Valla komplo teorisyenlerine taş çıkarttınız bu anlattıklarınızla! Bir de, 'Fidan'dan sonra Başbakanı da ifadeye çağıracaklar, 'Sana bağlı olan MİT Müsteşarı PKK'ya para aktarmış! Sorumlusun!
Suçlusun!' diyecekler deyin de tam olsun senaryonuz bari!" dedim.
Biraz bozuldu benim bu gayri ciddi tavrıma. "Size şu kadarını söyleyeyim. İnanmayabilirsiniz bu anlattıklarıma ama gerçekten de durum vahim. Giderler mi daha doğrusu gidebilirler mi bilmiyorum ama niyetleri hakikaten bu işi Başbakan'a kadar götürmek!" dedi ve sonra da ani bir hareketle kalkıp gitti masadan...