1976'ydı, Holly ile birlikte bir tatil yapacak parayı bir kenara koyduğumuzda..
İtalyan Tatil Köyüne gidecektik, Kemer'de.. O zaman iki tane tatil köyü vardı Türkiye'de zaten..
Öteki de Foça'da, Fransız Tatil Köyü..
Fransızlar, bizim ülkemizde bizi almazlardı köylerine yalnız..
Benim aylık gelirim, 1200 lirayken, İtalyanlara bin lira ödemiştik, bir hafta için..
Bin liranın içinde, yatak, kahvaltı ve akşam yemeği vardı..
Girerken bizi, birbirine eklenebilen plastik boncuklardan yapılmış bilezik ve kolyelerle tanıştırdılar..
Köyün içinde para geçmiyordu.
Ekstra harcamaları bu boncuklarla yapıyordunuz.. Sarı 5, yeşil 10, kırmızı 50 lira falan..
Birer bilezik aldık.. Anında bitti.
Birer daha.. Hızla tükeniyor.. Kolye almaya başladık..
Bir haftalık tatilimiz bittiğinde, boncuklara verdiğimiz para, 1500 liraya yaklaşmıştı. Yani, tatil köyüne verdiğimizden fazlasını ekstralara yatırmıştık. Nasıl yatırmayalım?..
Güneşin altında yatıyorsun, adam buz gibi kolayla dolaşıyor.. Al iki boncuk, ver iki kola..
Bir dondurmacı geçiyor, eski usul.. Çeşit çeşit.. Her top bir boncuk..
Öğleyin karnın aç..
Sandviç gibi atıştırmalıklar..
Boncuk.. Plajda uzanmışsın.. Mis gibi mısır kokusu geliyor burnuna, haşlanmış.. Boncuk..
Birisi camekan içinde nefis börekle dolaşıyor, beş gibi.. Mide kazınırken.. Ayranla.. Boncuk..
Lokma önünde, fıkır fıkır, boncuk..
Akşam yemeğinden sonra, animasyonlar..
Onun ardından diskoda eğlence. Tabii içki ısmarlıyorsun..
Boncuk.. Gece yarısı mide gene kazınıyor..
Çorba orda.. Boncuk..
Adamlar işin sırrını bulmuşlar.. Öyle zamanlarda öyle servisler yapıyorlar ki, "Hayır" demen mümkün değil..
O zaman da tatil parasından fazla ekstra ödüyorsun..
Bugün Antalya'da, hem de o gün bayıldığımız İtalyan Tatil Köyünü, çadır kampı düzeyine düşürerek birbirinden harika, anlat anlat bitmez muhteşem tesisler var ki, inanın tüm Akdeniz sahilleri boyunca, hiç bir ülkede daha mükemmeli yok.. Bayram tatilinde hemen hepsi yüzde 100 doluydu.
Müthiş bir şey.. Günde 500 uçak iniyor, kalkıyordu.. Anlayın.
Antalya müthiş bir turizm merkezi olmuştu, Fenike'den, Alanya'ya kadar..
Ama ne kazanıyorduk?.
Kazanmamız kadar kazanıyor muyduk?.
Rakiplerimizden mesela İspanya'ya giden turistler, adam başı ortalama 1300 dolar bırakırken, bizdeki ortalama, nerdeyse yarısı..
700 dolar..
Neden?..
Bunu araştıran oldu mu?.
Neden bir İsveçli, İspanya'da 1300 dolara tatil yaparken, çok daha mükemmel koşullarda olanını sunan Türkiye'ye 700 dolar ödüyor?.
Çünkü Türkiye'de "Her şey dahil" diye bir insafsız ve acımasız sistem var.. Tesisler arasındaki rekabet öylesine büyük ki, bu tesisleri dolduran uluslararası tur şirketleri bizi öylesine yakından izliyor ve tanıyorlar ki, en ucuz tatili bizde yaptırıyorlar üstelik..
Antalya sahillerindeki tesis patlaması sırasında odaları satmak müthiş bir pazarlama gerektiriyordu. Yunanistan, İtalya ve İspanya öylesine güçlü rakiplerdi ki, onların elinden turist almak, aslanın ağzından lokma koparmak gibiydi.
O tesislerin de dolması gerekiyordu..
"Her şey dahil" o sırada icat edilen harika bir rekabet fikri oldu. Avrupalı orta sınıf turist için öylesine cazip teklifti ki, her yaz kör değneğini beller gibi gittiği İtalya, İspanya'dan vazgeçip, bize gelmeye başladılar. "Her şey dahil" diyen otel ve tatil köyleri dolmaya başlayınca, yöredeki öteki tesisler de, sisteme girmek ya da kapanmak tercihlerinden birini yapmak zorunda kaldılar. Sonunda hemen hepsi girdi. Hepsi girince, bu defa rekabet içerde başladı.. Fiyatlar düştü.. Düştü.. Öyle ki, mesela bir Alman için, evini kapayıp, gelip Türkiye'de lüks bir otelde yaşamak daha ucuz hale geldi.
Onlarca, yüzlerce tesis, tek kuruş kâr etmeden, kapıyı açık tutabilecek fiyatlarla çalışır hallere düştüler..
İstatistiklerde turist sayısı arttı ama, turistten kazanılan para nerdeyse artmadı..
Önceden bir kişiden 100 lira kazanırken, şimdi 100 kişiden 100 lira kazanır olduk..
Turistin yolunu Türkiye'ye çevirmeyi başarmıştık. Şimdi artık kör rekabetle birbirimizi öldürme yerine, daha akılcı politikalara geçme zamanımız gelmişti..
Hem tesislere daha çok kazandıracak, hem çevreyi kalkındıracak politikalara..
Peki kim yapacaktı bunu?.
Geldik zurnanın zırt dediği yere..
Onu da haftaya konuşacağız.